Gündem ‘Beni Bul’ bir arayıştı ve beni buldu’

‘Beni Bul’ bir arayıştı ve beni buldu’

20.07.2017 - 02:30 | Son Güncellenme:

‘Selfie çağı’nda otoportrenin sanat tarihindeki yerini sorgulayan ‘Beni Bul’ sergisini küratör Merih Akoğul’la konuştuk. Röportajın tamamını Milliyet Sanat’ta okuyabilirsiniz

‘Beni Bul’ bir arayıştı ve beni buldu’

Fotoğraf sanatçısı ve akademisyen Merih Akoğul küratörlüğünde Akbank Sanat’ta düzenlenen ‘Beni Bul’ adlı sergi 23 sanatçı ve bir kolektifin eserlerinden oluşuyor. Farklı yaklaşıma sahip sanatçılar farklı disiplinlerden yararlanarak ürettikleri eserlerde kendi dönüşümlerine tanıklık ediyorlar. 29 Temmuz’a dek sürecek sergiyi küratörü Merih Akoğul’la sergiyi konuştuk.

Sergiyi düzenlerken nerden yola çıktınız?

Geçen sene İstanbul Modern’de ‘İnsan İnsanı Çekermiş’ sergisinin küratörlüğünü yaptım. O da bir portre sergisiydi. Bir fotoğrafçı olarak portre fotoğrafı çok çekmiyorum fakat portre fotoğrafı yani insanlar insan yüzleri çok ilgimi çekiyor. Uzun zamandır kafamda bir otoportre sergisi var ama hangi mekânda kimle nasıl yaparım hiç bunu bilmiyordum. Akbank Sanat’tan bu senenin başında toplantıya çağrılıp bir sergi yapmam istendiğinde onlara zaten kafamda hazır olan ama ide olarak, fikir olarak hazır olan otoportre konusunu yapmayı söyledim ve kabul edildi. Bir liste yaptım, sonra o listeyi biraz küçülttüm ve oradan yola çıkarak 23 sanatçı ve bir de kolektiften iş aldım.

Eser ve sanatçı seçiminde ne gibi faktörler belirleyici oldu?

Ben sanatçıdan değil yapıttan yola çıkarım. Bu yapıt çok genç bir sanatçının işi de olabilir hatta fotoğraf dünyasının sanat dünyasının biraz uzağında birinin dahi olabilir. Bu sergide öyle bir şey yok gerçi ama fotoğraf benim için o derece önemlidir.
n Selfie için günümüzün çağdaş otoportresi demek doğru mu?
Bir nevi öyle, sosyolojik anlamda öyle çünkü insanlar kendilerini tanıma arama bulma yolunda gerçekten büyük bir adım attılar.

Siz de küçükken ilaç firmalarının hazırladığı takvimlerden ve bu takvimlerde kullanılan Türk ve yabancı ressamların eserlerinin sürekli izlenmesinin kendi kuşağınızın estetik algısının gelişmesindeki büyük faydadan bahsediyorsunuz. Bunu biraz açabilir misiniz?

Eskiden insanların evinde saatli maarif takvimi vardı. Takvimi yerleştirdiğin yere ayna denir ve o aynada resimler olurdu; İstanbul, Boğaziçi ya da bir kedi resmi. Yine o dönemlerde ilaç firmalarının hazırladıkları takvimlerde pırıl pırıl Türk resminden eserler olurdu, dünya resmi de oluyordu. Hoca Ali Rıza’lar, Sami Yetik’ler inanılmazdı. Bu şekilde bir süre sonra natürmort peyzaj ayrımı da yapıyorsun çünkü takvim sürekli önünüzde ve bilinçaltınıza giriyor. O resmi 30 sene sonra görün yine hatırlıyorsunuz.

Milliyet Sanat dergisinin Milliyet gazetesinin eki olarak verildiği dönemde gördüğünüz Hüseyin Avni Lifij’in ‘Kadehli-Pipolu Portresi’nin hayatınızı değiştirdiğini söylüyorsunuz. Etkisi ne yönde oldu?

Bir arkadaşımın evinde Milliyet vardı ve Milliyet bir ek veriyordu. Açtım; tiyatrolar, haberler çok etkilendim. İşte orada gördüm Lifij’in portresini. Neden o kadar etkilendiğimi sonra anladım, yapıtı daha sonra bir takvimde gördüm bu sefer otoportre yazıyordu, baktığımda inanılmaz realistikti.

İşte beni bu sergiyi yapmaya götüren de o görüntü. Milliyet Sanat’ı o sebeple çok iyi hatırlıyorum. İşte hayatın bu, çalışmaya bağlı olan şanslar içeren ve sabırla beklendiğinde bir yere varılan kısmını inanılmaz seviyorum.