Cadde “HALK iÇiN TiYATRO YAPACAKSIN AMA BiZ BECEREMEDiK”

“HALK iÇiN TiYATRO YAPACAKSIN AMA BiZ BECEREMEDiK”

28.08.2012 - 19:31 | Son Güncellenme:

Türkiye’de tiyatroya oyuncular üzerinden bakılmasının tamamen yanlış olduğunu belirtiyor Mustafa Alabora. Sohbetimizin sonuna geldik artık.

“HALK iÇiN TiYATRO YAPACAKSIN AMA BiZ BECEREMEDiK”

Sanatçının şu sözü çok anlamlı: “Sen bu halka tiyatro yapacaksın, bu halka tiyatroyu sevdireceksin, ondan uzaklaşarak tiyatro yapamazsın. Yapamadık da zaten beceremedik.”

Haberin Devamı

Ankaralı tiyatrocularla İstanbullu tiyatrocuların üslup farklıklarını nasıl yorumluyorsunuz?
İstanbul’da çok önemli tiyatrocular vardı. Onların bir geleneği var İstanbul’da. Vasfi Rıza var. Muhsin Ertuğrul var. Türk yazarlarının yetişmesi için çok emek vermiştir. Nâzım’a çok büyük önem vermiş, Nâzım’a oyunlar yazdırmıştır. Çok önemli bir disiplin getirmiştir. 1936’da Carl Ebert’in, Ankara Devlet Konservatuarı’nı, sonra tiyatrosu, sonra operası olacak kurumu kurması akıl alır bir şey değil. O sırada Muhsin Bey var, Vasfi Bey var, Behzat Budak var. Kimler yok ki? Onlar kuracağına Türk Tiyatrosu’nu gidip bir Alman’a kurdurtması çok tartışılması gereken bir şey.


Tespitiniz önemli. Burada Behzat Budak, Muhsin Ertuğrul varken 1936’da dışarıdan biri getiriliyor. Bir varsayım yapalım mı? Carl Ebert yerine bir Türk sanatçı devlet konservatuarını kursaydı ‘Özgün Türk Tiyatrosu’ndan bahsedebilir miydik? Yoksa zaten o adaylar da Batı Tiyatrosu’nun yarattığı isimler miydi?
Oyunculuk biçimleri öyle değil. Onlar da metne bağlı oyunlar oynuyorlar. Batı Tiyatrosu gibi yapmak istiyorlar. Muhsin Bey her sene bir Shakespeare’le açardı sezonu. Bu sorunun yanıtı bir röportaja sığmaz, çok karışık bir konu. Oturup akademisyenlerin tartışması gereken sosyolojik bir vaka. Benim bilgim de yetmez, yetse bile bu kadar kısa bir söyleşi de onu anlatamam.

Haberin Devamı


Bu karar, Türk Tiyatrosu’nu ikiye bölen bir etken değil midir? Üstelik Rus ekolünü bir Alman’ın öğretmesi de tartışmalı değil mi?
Şöyle söylersen daha anlaşılır olur. Varsayım yapıyoruz ya, İngiliz Devlet Tiyatrosu’nu kurmak için oraya bir Türk’ü getiriyorlar. Tersten bakarsan ne kadar saçma bir iş olduğunu anlarsın.

“Oyunculuğun evrensel olduğu saçma bir kanaat”
Evet, ama İstanbul’da oyuncuların nereden beslendikleri de önemli değil mi?
Bu bahsettiğim oyuncular Batılı oyunlarda oynuyorlar ama kendi üsluplarıyla oynuyorlar. Mesela Rahmetli Sadri Alışık, onlardan daha genç olmasına karşın, o da öyle bir oyuncuydu. Sadri Ağabey’e Shakespeare oynatmaya kalktıklarında demiş ki: “Ben nasıl oynayacağım? Böyle bir adam tanımıyorum. Öyle adamlar görmedim ki!” O kadar doğru bir yorum ki. Dünyanın en büyük oyuncularından biri Jack Nicholson’dır benim için. Jack Nicholson, bir Kürt rolü oynasa, iki sene gelip Doğu Anadolu’da gözlem yapmadan oynaması mümkün değildir. Oyunculuk bir gözlem işidir. Bizde ‘oyunculuğun evrensel bir şey olduğu’ gibi saçma sapan kanaat var.

Haberin Devamı


Özgün bir Türk Tiyatrosu’nun oluşması sürecine nereden başlanabilir?
Yazar yetişecek. Yazar olmazsa istediğin kadar oyuncu yetiştir. Palavra o. Bir tiyatrodan bahsedilmesi için, Türk Tiyatrosu’ndan bahsedilmesi için Türk yazarlarının çıkması lazım. Özgün oyunlar yazmaları lazım ki bütün dünyada oynanabilsin. O zaman ‘Türk Tiyatrosu’ diye bir şey var olsun. Shakespeare’in bir oyununu oyna. İngiliz gelip seni seyretmez ki, en güzelini kendi oynuyor çünkü. Marlon Brando kitabında diyor ki: “Shakespeare’i ancak İngilizler oynayabilir!” Hem İngilizce biliyor, hem de dünyanın en iyi aktörlerinden biri.

Haberin Devamı

“Oyuncular ölür gider yazarların oyunları kalır”
Türk Tiyatrosu’nda hatırı sayılır yazarlarımız da var, yok mu?

“Türk Tiyatrosu” dediğin zaman alt beyninde oyuncular var. Çöpe at hepsini oyuncuların. Konservatuarları da çöpe at. Dünyada eserleri oynanmıyorsa yok demektir. Sanat öyle bir şey, o ülkeye dair özgün bir şeyi anlattığın zaman öbür ülkelerin ilgisini çekiyor. Çünkü sanat aynı zamanda o dönemin sosyolojisini de öğretiyor sana. Ama bizde öyle yazılmıyor oyun. Alıyor Arthur Miller gibi, Eugene O’Neill gibi oyunlar yazıyorlar. Haksızlık etmeyelim Necati Cumalı gibi, Hidayet Sayın gibi köy oyunları yazan yazarlarımız da var. Ama onlar da başarılı dramatik eserler değil. İkisi bir arada olacak. Hem özgün bir hikaye anlatacaksın, hem de başarılı bir tiyatro oyunu ortaya çıkaracaksın. Bugün tartışılması gereken en önemli mesele oyun yazarlığı meselesidir. Türk tiyatrosunun var olabilmesi için mutlaka oyun yazarları çıkmalıdır.

Muhsin Ertuğrul gazetelerde Türk yazarlara çağrılar yapıyor. Yine böyle bir davetin vakti geldi mi dersiniz?
Nâzım’ı oyun yazmaya teşvik eden de Muhsin Bey. Muhsin Bey’in o anlamda çok katkısı var. Burada bu topraklarda oyun yazarı maalesef yetişmiyor. Benim bir teorim var: Devlet her sene özel tiyatrolara 20-30 bin lira yardım eder. Her birinden bin lira ayırsa. 500 bin birinciye, 300 bin ikinciye ve 200 bin lira üçüncüye verse ve oyun yazarlığı yarışması açsa. Reklam sektöründe öyle yetenekli çocuklar var ki. 20-30 saniyede koca hikayeler anlatıyorlar. 500 bin lirayı kazanmak için o çocuklar oyun yazarlar. 10 sene sonra 30 tane yazarımız olur. Devletin böyle bir şey yapması lazım. Tiyatro oyuncularla olmaz, tiyatro yazarla olur. İngiliz Tiyatrosu’ndan bahsederken biz Shakespeare’den bahsediyoruz. Fransız Tiyatrosu’ndan bahsederken Moliere’den bahsediyoruz. Oyuncular ölür gider, ama yazarların yazdığı oyunlar kalır. ‘Tiyatro edebiyatı’ denir ona. Onun için Türkiye’de tiyatroya bakış açısı tamamen yanlış. Oyuncular üzerinden bir bakış açısı var.

Son bir varsayım: Muhsin Ertuğrul devlet tiyatrosunu kurmuş olsaydı, şehir tiyatrosunda yaptığı gibi Türk yazarlarına öncelik verecekti muhtemelen?
Başka bir şey olacaktı. Sonradan orada genel sanat yönetmeni oluyor. Ama ne fayda? O kuşağın hepsi besteci Mahler’i sever mesela. Niye? Çünkü hocaları Carl Ebert, Mahler seviyor. “Mahler sevmek kötüdür” demek istemiyorum. Ama bir Dede Efendi’yi bilmi-yorlar. Itri’yi bilmiyorlar. Itri, Mahler’den daha önemlidir. Kendi özgün kültürlerini bilmiyorlar, orada sorun var. Onun içinde, sırça köşklerde, halkı biraz da küçümseyerek, göbeğini kaşıyan adam lafları oralardan geliyor. Halbuki sen, bu halka tiyatro yapacaksın, bu halka tiyatroyu sevdireceksin, ondan uzaklaşarak tiyatro yapamazsın. Yapamadık da zaten beceremedik.