Gündem ‘Resim yapmak bir dürtü’

‘Resim yapmak bir dürtü’

03.01.2017 - 02:30 | Son Güncellenme:

Sevil Dolmacı Art Consultancy, Ergin İnan’ı sanatının 50. yılında kapsamlı bir sergiyle ağırlıyor. Sergi vesilesiyle sanat yaşamını anlatan sanatçı, “Resim yapma isteğini hep taşıyordum” diyor

‘Resim yapmak bir dürtü’

Resimlerinde öne çıkan mistisizmi yansıttığı kendine has figürleriyle tanınan sanatçı Ergin İnan, bu yıl sanat yaşamının 50. yılını kutluyor. Bu kapsamda sanatçının bu 50 yıllık sürecine ışık tutan ‘Nefs/Nefes’ adlı sergisi Narmanlı Apartmanı’nda Sevil Dolmacı Art Consultancy’de gerçekleştiriliyor. 2 Şubat tarihine kadar ziyaret edilebilecek sergi vesilesiyle Ergin İnan’la 50 yıllık sanat yaşamını konuştuk.

Haberin Devamı

‘Resim yapmak bir dürtü’

19 yaşınıza dek Malatya’da yaşadınız. Bu süreç sizin için nasıldı, Malatya’nın, çocukluğunuzun sanatınızın oluşmasına nasıl katkıda bulunduğunu düşünüyorsunuz?

Malatya Anadolu’nun ortasında bir kent aslında, yeşillik bir alana sahip bir ova var, etrafı dağlarla çevrili bir ova. Kayısı bahçeleri, hatta bütün meyvelerin bulunduğu bahçelerin içinde yapılmış evlerde oturdum. Hayatım o bahçelerde geçti. Her evin aşağı yukarı aynı şekilde bir bahçesi, alabildiğine yeşilliği olan bir kentti Malatya. Bir dürtüyle başlayan resim yapma isteğim olduğunu, topraklara çizerek, kazıyarak ve toprak üzerine resim yapan bir çocuk olduğumu hatırlıyorum. Bizim eski okul hayatları daha farklıydı bugünkünden. Resim derslerine o kadar önem verilmezdi ama ben çocukluğumda hep resim yaptım. Çünkü o bir dürtü. Herkesin fiziksel bir yapısı vardır, benimki de öyle farklı bir fiziksel yapı ve resim yapma isteğini hep taşıyordu.

Haberin Devamı

Mistisizm sanatınızda önemli yer tutuyor. Eserlerinizdeki bu yönden bahsedebilir misiniz?

Mistisizmin bir başlangıcı olması lazım her şeyin olduğu gibi. O zamanki anlayış farklıydı. Aile içerisinde namazını kılan insanlar hatta dua eden insanlar veya bir pazar günü Kuran okuyan bir baba. Onu dinlerdim başucunda. Bunları hatırlıyorum. O Kuran okuduğu zaman ben yanına gider çocuklukta dinlerdim. Veya bir mevlit okutulur annem alır götürür Malatya’da, hatırlıyorum. Başucunda sessiz sedasız dinlerdim. Böyle bir atmosferde büyüdüm. Sonra Tatbiki Güzel Sanatlar’a girdim, Schlaminger gibi bir Alman hocanın öğrencisi oldum. Kendisi İran’da bulunmuş, İran Akademisi’nde dersler vermiş, bir Azeri hanımla evlenmiş ve ayrıca 7 lisan bilen bir hocaydı. Mevlana hakkında derste, sözcükler söyler, bunları anlatırdı. Onun yaptığı şey, Batı sanatını anlatırken Doğu felsefesinden de birtakım düşünceleri aktarmaktı. Böyle bir hocayla yetiştiğimiz için orada etki eden şey bana Mesnevi’yi okumak oldu başlı başına. Ve resimlerim o düşünce çevresinde yapıldı. Onun için buna mistisizm adını verebilirsiniz düşünce olarak.

Haberin Devamı

‘Resim yapmak bir dürtü’

Sanatınızın 50. yılında olmak sizin için neler ifade ediyor?

Aslında ben hiç saymadım. Sevil Dolmacı ile birlikte çalışmaya başladıktan sonra fikir kendisinden geldi. Ben aslında zamanı sayı adedi olarak düşünmem. Geçmişin bir zamanı vardır. O zaman da resimlerime yansımıştır. Onu da Sevil Dolmacı Art Consultancy tarafından yayımlanan geniş kapsamlı kitapta görmek, tekrardan geriye bakmak ve onları izlemek güzel bir anı. Bu da bir 50. yıl kutlaması oldu.

Bu sergide izleyiciler hangi eserlerinizi görecek? Sergiyi hazırlama süreci nasıl geçti?

Değişik formatta, değişik boyutta farklı anlayıştan resimleri de koymaya çalıştık. Geçmişten de bazı eserleri toplamaya çalıştık. Daha çok ‘64’lü yıllardan desenleri koyduk. Serginin başlığı ‘Nefs/Nefes’. Bu başlığı serginin küratörlüğünü yapan Zeynep Yasa-Yaman koydu. ‘Nefs ve Nefes’ insanın hem içsel hem de fiziksel olarak yaşamasını sağlayan iki kavram olarak bu sergiye uygun düştü.

‘Desen yapma isteği hep devam etti’

Desenin sizin için öneminden bahseder misiniz?

Haberin Devamı

Desene lise sıralarında başladım. Bütün defterlerimin her köşesinde desenler vardı. Derste hoca ders anlatırken onu dinlerdim ama orada bir şeyler çiziyorsunuz. Çizerek dinlemeyi seviyordum. Bendeki desen yapma isteği hep devam etti. Desen, yazı, o birlikteliği birbirine benzetiyorum. Birisi daha çok bir şeyi ifade etmek için bir şekildir. O şekli siz o resimsel işlevliğiniz içerisinde çizer ve hareket ettirirsiniz kalemi. Onun için resmin can noktası bence desendir. Önceden daha çok figür anlayışında çiziyordum. Sonradan 69’da böcekleri çizmeye başladım. Böceklerimle beraber figürler resimlerimde yer aldı. Salzburg Akademisi’nde hocam olan Vedova’ya 1960’ların sonunda yazdığım mektup böceklerin sanatıma girmelerinin başlangıcıdır aslında. Salzburg’dan dönüp Malatya’ya annemi babamı ziyarete gittiğimde otururken bir mektup yazarak teşekkür gibi bir şey ifade etmek istedim. İki sayfalık, bir desen anlayışında yerde ve etrafımda gördüğüm böcekleri çizerek resmime kattım. Ve böylece böcekle böyle bir mektup oluştu.