Tunca Bengin

Tunca Bengin

tunca.bengin@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Devlet, Mafya, Siyaset üçgeninin kirli ilişkilerini gün yüzüne çıkaran Susurluk skandalı patladığında gerçekleştirilen “Sürekli aydınlık için bir dakika karanlık” eyleminin amacı pisliğe bulaşanların yargı önünde hesap vermelerini sağlamaktı. Bu kapsamda haftalarca insanlar her akşam evlerdeki ışıkları bir dakikalığına kapatarak tepki verdi ama beklenen aydınlık bir türlü gelemedi. Yani “Susurluk Çetesi”nin birçok ‘icraatı’(!) ve sorumluları gerçek anlamda sorgulanıp yargılanmadı. Birkaç kişiye verilen hapis cezalarıyla bir dönem meydana gelen faili meçhul cinayetler, gözaltında kayıplar gibi ağır insan hakları ihlalleri örtbas edildi. Çünkü birçok sorumlu korundu, kollandı. Nitekim Susurluk davasına bakan ilk mahkemenin (İstanbul 6 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesi) başkanı Metin Çetinbaş da 4 yıl süren ve Mehmet Ağar ile Sedat Bucak (milletvekili oldukları için dosyaları ayrıldı) dışında tüm sanıkların mahkûmiyetine hükmettiği kararında şöyle demişti:
“Unvanı, görevi, sıfatı, siyasi ya da sosyal konumu ne olursa olsun, suç işleyen herkesin derhal ve en kısa zamanda yargı önüne çıkarılıp hesap vermesi sağlanmalıdır. Suç işleyip de bazı siyasi, sosyal, idari ve yasal koruma kalkanlarını muhafaza edenler ya da kaldırmayanlar unutmamalıdır ki adalet bir gün onlara da lazım olacaktır.”
İşte o skandalın üzerinden bugün itibarıyla tam 20 yıl geçti ama Susurluk hâlâ karanlık. Dahası, sonrasında yaşanan birçok olayla da bağlantı kurularak “Susurluk çözülseydi bunlar olmazdı” deniliyor. Dolayısıyla, bu açıdan yargı da hedefte. Bu durumu dün ilk mahkemenin başkanı (şimdi avukatlık yapıyor) Metin Çetinbaş’a sordum. Verdiği yanıt şuydu:
“Haklı haksız bir sürü eleştiren insanlar oluyor bilip bilmeden. Kararda sanıklar kimdi? Bir kısım polis, bir kısım uyuşturucudan falan mahkûm olmuş sivil şahıslar. Onların üst yöneticisi Korkut Eken ve İbrahim Şahin. Kararda bir de şu yazar: Onların da üst yöneticisi Mehmet Ağar ve Sedat Edip Bucak. Peki, o tarihte benim yargılamama sistemin izin verdiği konu ne? Sadece çete var mı yok mu davası. Kanunda çete üyeliği cezasının tavanı 4, yöneticisinin 6 sene. Karar ne? 4 sene ve 6 sene. Sorum şu: Onların üst yöneticileri ne ceza almış ve siyasiler ne olmuş?”

‘Kalkanlar kalkmadı’

Kararda vurguladığı koruma kalkanları kalkmadığı için Susurluk’un sadece adliyeye yansıyan, yansıtılan ayağının çözüldüğünü söyleyen Çetinbaş’ın, devamında anlattıkları da şöyleydi.
“Mesela silahlar vardı çözülmedi. Soruşturma izinleri verilmedi, zaman aşımına uğratıldı. Memurlar hakkında soruşturma yapmanın şartları belli; ilgili şahıslar, kurumlar izin verecekler, siyasiler hakkında da kurumlar izin verecek, sistem çalışacak. Mehmet Ağar, Sedat Edip Bucak ve orada yargılanan şahıslar mıdır Susurluk yani? Buna adliyenin gücü yetmemiştir, yettirilmemiştir.
Susurluk davasında adliyeye yansıtılanlar, adliyenin erişebildiği insanlarla yargılama yapılmış, sonuçlandırılmıştır. Ancak Ömer Lütfü Topal’ın öldürülmesi davası var. Benden önce bizim dosyadan tefrik edilen o dava ne oldu? Beraatle bitti. O dosyaya baksınlar bakalım beraatle bitme kararını temyiz eden savcı, başsavcı var mı? Kimin görevi benim görevim mi? O dava beraatle bitebilir ancak böyle kamuoyuna mal olmuş bir davayı en azından bir temyiz edip Yargıtay denetiminden geçirilmesi çok mu zordur?”

‘Siyaset ayağı karanlık’

Çetinbaş’ın Susurluk davasının 20 yıl sonra hâlâ tartışılmasına ve vicdanen rahat olup olmadığına dönük sorularımıza verdiği yanıtlar ise şunlardı:
“Yargıtay Ceza Genel Kurulu’ndan geçmiş, hukuka uygun bir karardır. Ancak kararda da işaret ettiğimiz gibi, bürokrasi, siyasi ayakları engellenmiştir, adliyeye yansıtılmamıştır. Susurluğun siyaset ve bürokrat ayağı hâlâ karanlıktır. Onda da hâkimin yapabileceği bir şey yok. Adamın milletvekili dokunulmazlığı varsa, yargılanması mümkün değilse, Meclis’te dokunulmazlığı kaldırılmıyorsa hakim ne yapabilir? Bürokratla ilgili soruşturma izni verdirilmiyorsa savcı ne yapabilir?
Yarım kalan şeyler araştırılır. Bugün olanlar, dün olanlar, birçok dava da Ergenekon, Balyoz gibi konuşulacak, tartışılacak. Sistemin çalıştırılmaması nedeniyle elbette geçmişi sorgulamalıyız, kendimize bir ders çıkartmalıyız. Kararda ‘koruma kalkanları kim olursa olsun kaldırın’ demişim, kaldırdılar mı ondan sonra? Hadi Susurluk bir dönem gitti, bazı failler gitti, ondan sonra açın önünü. Türkiye’de şimdi de Meclis’te başka kurumlarda çok ağır suçlardan yargılanan insanlar var, partisi de önemli değil, niye adamların dokunulmazlığı kaldırılmıyor? Adam yargılanmaktan kurtulmak için milletvekili mi olsun? Böyle olursa devlet düzeni nasıl sağlanacak, sağlanabilir...”