Gündem ‘Türkiye’ye hızlandırılmış kurs lazım’

‘Türkiye’ye hızlandırılmış kurs lazım’

15.10.2014 - 02:30 | Son Güncellenme:

Alain de Botton: Avrupa’nın 300 yıldır tartıştığı ‘Dinle devlet ayrı olmalı mı?’, ‘İş dünyasının siyasetçilerle ilişkisi nasıl olmalı?’ ‘Medya ne kadar özgür olmalı?’ gibi konular hakkında Türkiye’nin bir çeşit hızlandırılmış kursa ihtiyacı var.

‘Türkiye’ye hızlandırılmış kurs lazım’



Alain de Botton, School Of Life’ı (TSOL-Hayat Okulu) gayet temel, insani bir kaygıdan yola çıkarak başlattı: Hayatın anlamı ne? Tarih boyunca geliştirilen fikirleri nasıl kendi yararımıza kullanabiliriz?
Diyeceksiniz ki din var. Evet var, ancak dinler herkes için doyurucu-açıklayıcı cevaplar vermiyor. Üniversitelerdeki sosyal bilimlerin, kültürün bu açığı kapayacağı düşünülüyordu, ama klasik hoca-öğrenci-sınav ilişkisi de doyurucu bir öğrenme sağlayamıyor.
Neticede hepimiz ister dindar olalım, ister olmayalım- iki temel alanda sorun yaşıyoruz: 1- Aşk. 2- İş hayatı. TSOL, özellikle bu iki alana temas etmeyi, insanların hayatlarında büyük yer kaplayan bu sorunları eğlenceli, ilgi çekici şekilde ele alıyor. Felsefe ve sanat bu derslerin aracı.
De Botton’la sohbetimize en çok neden aşkla ilgili kitaplarının satıldığını konuşarak başlıyoruz: “Çünkü romantik aşk, insanların en çok hayal kırıklığı yaşadığı alan. Aşka dair bir fikrimiz var, fakat nüfusun ancak yüzde 5’i bunu yakalayabiliyor. Hem zor, hem de utandırıcı bir sorun bu. İnsanları ‘acaba bende bir yanlış mı var’ dedirtecek noktaya getiriyor.”

‘Türkiye hırslı bir ülke’

Bilgi Üniversitesi’nde başlattığınız TSOL programında beklentiniz ne? En çok hangi derslere ilgi gösterilecek?
Bence ilişkiler konusu Türkiye’de pek çok insanı ilgilendiriyor. Romantik aşk yeni bir kavram. Artık insanlar sadece ailelerini dinleyerek seçim yapmıyor. Ancak bunun acı verici sonuçları oluyor. Türkiye, ekonomik olarak gayet hırslı bir ülke. Bazıları çok para kazanıyor, bazıları biraz... Ama neden para kazandıklarını sorgulayan da var. Bence profesyonel alanda da pek çok sorun var, özellikle de ‘anlamı’ üzerine: “Günde 12 saat çalışıyorum, iyi kazanıyorum ama bir aydır bir ağaç bile görmedim, çocuklarımla vakit geçiremiyorum. Yaptığım işten memnun muyum?” gibi düşünenler Gündelik hayatta bunları düşünmeye yeterince vakit ayıramıyoruz. TSOL, bu sorunum için hayatımda biraz zaman açacağım diyenlere hitap edecek.

Türkiye’de hep bize özel sorunlar olduğunu düşünmeye meyilliyiz. Batılı ülkelere göre, özellikle demokratikleşme, ifade özgürlüğü gibi konularda büyük sorunlar yaşıyoruz. İnsanlar genel anlamda bıkkın, umutsuz ve hatta, kaçmaktan bahsediyor...
Siyasi yapı ve özgürlükler etrafındaki konular, geçen 300 yılda Batı Avrupa’da çok tartışıldı. Dinle devlet ayrı olmalı mı? İş dünyasının siyasetçilerle ilişkisi nasıl olmalı? Medya ne kadar özgür olmalı, gibi... Thomas Hobbes’dan John Locke’a, bu konular hakkında çok önemli fikirler üretenler oldu. Bence Türkiye’nin bu düşüncelerle ilgili bir çeşit hızlandırılmış kursa ihtiyacı var. Buradaki tartışmaların bazılarında düşünce tarihini hatırlanmıyor. İfade özgürlüğü dün icat edilmedi, Twitter’la başlamadı...
Ne kadar özgürlük olursa, o kadar kaos vardır ama aynı zamanda meşruiyet sağlanır. Bu tartışmalar şimdi, Türkiye’de başlamadı. Tarihte var. Bence burada çok önemli dersler unutuldu. Bu da çok tehlikeli.

‘Gazeteciye dokunulmaz’

Nesi tehlikeli?
Belli bir siyasetin, belli bir dinle karışmasını çok tehlikeli buluyorum. Ateşle oynamak bu. Avrupa aydınlanmasının en büyük başarılarından biri, dinle siyaseti ayırmayı başarabilmesiydi.
Türkiye’de de belli bir noktaya kadar vardı ancak şimdi unutulmuş gibi. Benzer şekilde, medya özgürlüğü... Hükümeti sert eleştiren bir medya, son derecede acı verir. Ama bu, siyasetçilerin gazetecileri hapse atmalarını gerektirmiyor. Modern toplumun yapı taşlarından biridir: Siyasetçi, gazeteciye dokunamaz! Bayıldığından değil. Çoğu politikacı, gazeteciden nefret eder. Ama iyi bir toplumda yaşamak istiyorsan, gazeteci denen bu sinir bozucu kişileri tolere etmek durumundasın. Türkiye bunu unutmuş gibi.

Tolere etmemek, bastırmak bir çözüm olabilir mi?
Her yıl birkaç gazeteciyi daha öyle ya da böyle ortadan kaldırmak, katastrofik bir hata. Gücü elinde tutanlar açısından bedeli muazzam büyüklükte. Kısa vadede kendini kurtarabilir, ama uzun vadede toplumu oluşturan tabana büyük zarar verirsin. Kimse bu iş kolay demiyor. Siyasetçilere ders verdiğinizde...

Siyasetçiler de mi öğrenciniz?
İngiliz hükümetiyle bağlantımız var, evet... Türkiye’nin sorunu, kendi geçmişinden ders çıkarmamak. Bunu izlemek gerçekten üzücü.

‘Suçlama işe yaramıyor’

Sadece özgürlüklerin kısıtlanması değil. Yolsuz bir toplumda yaşıyoruz. Bunu kabullenmek bazıları için güç... Ne tavsiye edersiniz?
Evet, bu durumu eleştirmelisiniz ancak insanları iyi olmaları için korkutamaz, zorlayamazsınız. “Kötü insanlar yolsuzdur” dediğinde sorunu çözmüyorsun. Tıpkı, bir çocuğun davranışını değiştirmesi için bağırmak, cezalandırmak gibi. Birine “kötü, hırsız” diyerek bir şey değiştirebileceğine inanmıyorum. Strateji lazım; en iyi hangi teknik işe yarar diye düşünmeli. Çoğunlukla bu insanlara “Sen kötüsün” dediğinde kavga eder ama kazanamazsın.

Din konusu bizde tartışma bile kaldırmıyor. Siz, dinin dışında hayatın anlamını çözecek bir alandan bahsediyorsunuz...
Hayat kafamızı karıştırıyor. Dinler, insanları iyi hissettirecek hikâyelerle doludur. Seküler veya dindar olmayanlar ise bunları saçmalık olarak görmeye meyilli. Bir insan korktuğunda ne yaparsın? ”Aptalsın” demezsin. “Tanrı yoktur” diyerek de sorunları çözmüş olmuyorsun. Peki, laik dünyada dinin yerine ne kondu? Kişisel başarı, para, aşk, aile...
Hepsinde bir şekilde sorunlar yaşanıyor. Modern seküler insan da süper mutlu değil. Kültür önemli bir araç, ancak bir grup entelektüelin elinde kaldı. Modern seküler insanın elinde CNN, alışveriş merkezi ve arabası kaldı. Buradaki gerilimler, çelişkilerle uğraşmak da bizim alanımız. Sorgulayan, merak eden kişi... Bizim müşterimiz o.

Müşteri demişken... TSOL, psikologların işini elinden alıyor olmasın?
Öyle bir eleştiri almadım, psikoloji de okulun bir parçası. Dersler paralı; bizim de hayatta kalmamız lazım. Kuaföre, elbiseye para veriliyorsa buna neden verilmesin? Freud, parasını nakit ve hemen seans sonrası alırdı. Gerekçesi, hastanın seansa değer vermesiydi. Bir şey bedava olunca insanlar pek ciddiye almıyor.