Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Şu çok “süper/über” önemli iki konuda “teknolojiyi” güvence olarak görüyordum.
......................
Önce BİRİNCİSİ... “DARBE...”
Türkiye’de güvenlik ve istihbarat kuruluşlarının sahip oldukları yüksek “izleme/dinleme” teknolojisi nedeniyle artık “darbeler” döneminin kapandığını düşünüyordum.
Öyle ya...
Bir dönemin Genelkurmay Başkanı “Kandil’dekileri BBG Evi (Biri Bizi Gözetliyor Evi adlı programdan esinlenerek) gibi izleyebiliyoruz” dememiş miydi?
Sınırların 200 km ötesindeki Kandil’dekilerin nefes alış verişlerini bile dinleyen bir istihbarat örgütümüz varsa, içeride darbe nasıl örgütlenecek, nasıl haberleşecekti?
Mümkün değildi.
27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 darbelerinde istihbarat servislerinin ellerinde bu ileri “gözleme/izleme/dinleme” teknolojisi yoktu.
Oysa...
2000’li yıllar Türkiye’sinde Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın, Genelkurmay Başkanı’nın bile dinlendiği yolunda haberler yayımlandıktan sonra yüzlerce komutanın darbe için örgütlenmeleri, darbe için düğmeye basmaları artık mümkün değildi.
Üstelik daha önceki darbelerde MİT başkanları askerdi.
Darbe hazırlığını bildikleri halde sivil iktidara bildirmemişlerdi.
Oysa...
Uzun süredir MİT’in başkanı sivil.
İktidarın sırdaşı olduğu bizzat Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından açıkça ifade edildi.
O halde “Darbeler dönemi bitmiştir” diye düşünüyordum.
Ama bakın bütün bunlara rağmen yüzlerce komutan, binlerce subay, astsubay darbeye kalkışabildi.
Devletin doruklarındakiler darbe kalkışımını komşusundan, akrabasından öğrendiğinde darbeciler, tanklarla, zırhlılarla, jetlerle, helikopterlerle çoktan harekete geçmişlerdi bile.
İlk hayal kırıklığım böyle...
........................
Diğerine geçelim.
İKİNCİSİ...
Müslümanlığın tarihi ile, Hıristiyanlığın doğuşundan Ortaçağ sonlarına kadar olan süre hemen hemen aynıdır.
Yani...
1400 yıl dolaylarında.
Kafamı hep şu soru kurcalamıştır:
İslam da, tıpkı Ortaçağ Hıristiyanlığı gibi din ve mezhep savaşlarıyla, oluk oluk akan din kardeşi kanlarıyla aynı kaderi mi yaşıyor/yaşayacak?
Görünen odur.
Ayrı mezheplerin birbirlerini Müslüman saymadıkları, birbirleriyle çarpıştıkları, katliamlar yaptıkları yıllardayız.
Hatta...
Tarikatların çoğu da, “Boko Haram (eğitim haram)” ya da “IŞİD”, “El Kaide” gibileri kanla, diğerleri ise kan dahil çeşitli tezgâhlarla birbiriyle çatışma halinde.
Oysa...
Bana göre “bu böyle olmamalıydı.”
Çünkü...
Hıristiyanlığın ilk 1400 yılı özellikle Ortaçağ “karanlık dönem” diye anılır.
Halk cahildir.
Din adamları son derece sert kurallarla halka hükmetmektedir.
Mezhepler arası savaşlarından da ötesinde devletler “din ve mezhep” adına yüzyıllık savaşlar sürdürmüşlerdir.
Buna karşılık 2000’li yılların İslam dünyası, Hıristiyanlığın ilk 400 yılıyla kıyaslanamayacak kadar eğitimlidir.
Gazeteler, dergiler, radyo ve televizyonlar, internet ağlarıyla müthiş bir iletişim çağındayız.
Müslümanlar da bunları kullanıyor.
İnsanoğlu aya gitmiş, Dünya dâhil gezegenlerin Güneş etrafında döndüğü tartışmasız ortada, artık hâlâ “Güneş’in Dünya etrafında döndüğünü yazan eski tefsir kitaplarını tercüme edip zamanımızda yayımlayanlara inanan olur mu?” (Bu son satırda Taha Akyol’dan yararlandım, G.C)
Manzaraya bakılırsa bu İKİNCİ “teknoloji” adlı güven sigortam da atmış oluyor mu?
Hayır...
Müslümanların büyük çoğunluğu o kan gölünün uzağında duruyor.
İslam dünyasındaki bu “din ve mezhep çatışmalarının” Ortaçağ kadar uzun süreceğine inanmıyorum.
Peki...
Kan nasıl duracak?
Din istismarı ve mezhebe dayalı iktidar mücadeleleri nasıl noktalanacak?
Sorunun cevabı apaçık ortada.
Yeter ki bakmakla yetinmeyip “görebilelim.”
Çözüm çok basit...
Laik devlet...
Dünya işleriyle, manevi/uhrevi dünyanın birbirinden ayrılması...
Kimsenin inancını yargılamamak, inançları nedeniyle kimseyi ötekileştirmemek, bütün inançları saygıyla karşılamak.
Elbette inanmayanları yani ateistleri de...
Burada en büyük sorumluluk ve görev seçimle gelen iktidarlarındır.
Laikliğe inanmalı ve laik devlet gereklerini özenle ve kararlılıkla uygulamalarıdır.