Nagehan Alçı

Nagehan Alçı

nagehan.alci@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

arar şaşırtıcı değil, aksine zaten bir süredir nasıl sonuçlanacağını bildiğimiz bir oylamaya şahit olduk perşembe günü. Ancak insan yine de umudu elden bırakmak istemiyor, Avrupa Parlamentosu’ndan 479 elin birden Türkiye’ye karşı kalkmasını içine sindiremiyor.

Haklı oldukları yerler yok mu? Türkiye’de eleştirilecek, ‘böyle olmamalı’ denilecek gelişmeler olmuyor mu? Var elbet, oluyor, ancak onlara dikkat çekmenin yolu bu değildi. AP’de 479 el birden Türkiye ile müzakerelerin aleyhine kalkarak Türkiye karşıtı aşırı sağ cephenin ekmeğine yağ sürdü! Fransa’da Marine le Pen, Hollanda’da Wilders bu karara ne kadar teşekkür etseler az. Zira AB’den meydan okuyucu tavırlar gelmeye devam ettikçe Türkiye’de Avrupa karşıtı hava güçleniyor, AB’ye üyeliğe karşı olanların eli rahatlıyor. Kısacası Avrupa’da aşırı sağın istediği oluyor.

Hani basın özgürlüğüydü?

Şayet Türkiye’yi AB hedefine yeniden sokmak istiyorsanız yeni bir yol deneyin. Biraz buralarda yarattığınız hayal kırıklığını görün. Bizi dertlerimizde yalnız bırakıyorsunuz. Bakın, PKK terörü almış başını gidiyor, bırakın kınamayı PKK’lıları hâlâ bağrınıza basıyorsunuz. Siz değil miydiniz yine geçen hafta Rusya’nın 2 resmi ajansı, Russia Today ve Sputnik ile ilgili ‘bu ajanslarla mücadele edilecek’ tasarısını onaylayan. Gerekçeniz neydi? Bu ajansların AB’yi bölmeye çalışması, aleyhinizde yayın yapmasıydı, değil mi? Peki Türkiye PKK ile mücadele ederken onun yayın organlarına başköşelerde yer vermeniz çifte standardın en büyüklerinden değil mi? Yıllarca Türkiye’ye askeri vesayetin boyunduruğunda diye haklı eleştirilerde bulunurken, bu kez askeri bir darbeyi sivil hükümet ve halkın yenmesini, sırf o hükümeti istemiyorsunuz diye kerhen destekler görünmek AB standartlarına sığar mı?

Evet, Türkiye’de eleştirilecek çok şey var ama siz ancak aynı iğneyi biraz da kendinize batırmayı düşünürseniz o eleştiriler buralarda kulak bulacak. Aksi takdirde, Avrupa’da giderek güçlenen Türkiye karşıtı aşırı sağ ve buradaki anti-Batı lobileri zaferlerini kutlayacaklar…

Çözüm süreci bozuldu diye barışı unutacak mıyız?

Geçtiğimiz hafta sonu Cenevre’de katıldığım DPİ toplantısında Tony Blair’in barış süreci boyunca sözcülüğünü yapan Tom Kelly’nin anlattıklarını çarşamba günü aktarmıştım. Aynı toplantıda BM’nin barış elçisi olarak El Salvador, Kolombiya, Haiti, Guatemala ve Bosna Hersek’te görev yapan eski gazeteci James LeMoyne’u da dinledim. LeMoyne önce gazeteci, sonra uzlaşmacı olarak madalyonun iki yüzünü de deneyimlemiş bir isim. O nedenle, zaman zaman kendimizi fazla büyütmeye meyilli biz gazeteci milleti için şu söylediklerini önemsedim. Dedi ki: ‘Asla gazeteci olarak yazacaklarınızın barış getireceğini zannetmeyin, barışı ancak orada yaşayan insanlar yapabilir!’ Maalesef tam da böyle düşünüp kendini aşırı önemseyen ve savrulup denklemden çıkan, hepinizin yakından tanıdığı isimler oldu Türkiye’de. Halbuki basının barış süreçlerini desteklemesi önemlidir ama meselenin asıl sahiplerinin tavrı belirleyicidir, mesajı verdi LeMoyne. Yıllarca sürdürdüğü arabuluculuk görevinden çıkardığı çarpıcı bir mesaj daha vardı: Herkesle konuşmayı öğrendim. Karşı tarafla konuşmak önemlidir!

Türkiye’de çözüm sürecinin başından itibaren PKK ile konuşmayı adeta bir ihanet gibi sunmak isteyen çevreler oldu. Halbuki çatışmayı sonlandırmak için onun aktörüyle temas kurmak şart. Başka türlüsünün dünyada örneği yok. Cenevre’de not ettiğim başka bir nokta da ‘barış olasılığına kapıyı hep açık bırakmak gerektiğiydi’. Son günlerde sert bir çatışma döneminden geçiyoruz, elbette her ülkenin farklı dinamikleri ve kendi hikâyesi var. Ancak Türkiye’de bozulan çözüm süreci barış fikrini bize unutturmamalı. LeMoyne El Salvador’un en şahin gerilla liderlerinden biri olan Joaquin Villalobos ile on yıllar süren çatışma süreçleri sonunda oturup konuştuklarını anlattı. Villalobos artık Londra’da yaşıyor ve dünyadaki çatışma süreçlerinde barış danışmanlığı yapıyormuş. Kısacası, LeMoyne’un anlatmak istediği şartlar uygun olursa insanların da buna uyum sağlayacağıydı. O nedenle karamsarlığa kapılmamalıyız. Umudu koruduğumuz sürece bu karanlık günler geride kalacak, barış süreci yeniden başlayacak...