İstanbul “Afet Öncesi Hazırlık, Afet Anındaki Müdahaleden Daha Önemli”

“Afet Öncesi Hazırlık, Afet Anındaki Müdahaleden Daha Önemli”

22.08.2017 - 11:20 | Son Güncellenme:

.

“Afet Öncesi Hazırlık, Afet Anındaki Müdahaleden Daha Önemli”

Türkiye’nin, afet alanında yaptığı çalışmaları genelde “yara sarma” temelli yaptığını ifade eden Serhat Yılmaz, “Artık insanımızı enkazdan nasıl çıkarırız diye değil, insanımız nasıl enkaz altında kalmaz düşüncesini yerleştirmemiz lazım” dedi.
Son dönemlerde Türkiye genelinde yaşanan sel ve deprem gibi afetler, akıllara “Afetlere ne kadar hazırlıklıyız” sorularını getirdi. İstanbul Aydın Üniversitesi Afet Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi Koordinatörü Serhat Yılmaz, afet öncesi alınan tedbirlerin, afet sırasındaki müdahalelerden daha fazla hayat kurtardığını hatırlatarak, “Bu durum kısa vadede ve ulusal çapta yerine getirilmesi gereken bir zorunluluktur” dedi.

100 yılda sadece depreme 100 bin kurban!
Türkiye’nin, yer aldığı coğrafyanın tektonik oluşumu, jeolojik yapısı, topografyası ve meteorolojik özellikleri nedeniyle deprem, sel, heyelan, çığ gibi afete dönüşebilecek birçok doğal tehlikeyi bünyesinde barındırdığını hatırlatan Yılmaz, “Bir de bu duruma, özellikle büyük kentlerin tarihi bir miras olarak doğal risklerin bulunduğu alanlarda kurulması ve bu kentlerin genellikle kontrolsüz gelişimleri, teknoloji ve insan kaynaklı afete dönüşebilecek yeni risk türlerine de zemin oluşturarak ülkemizi afetler açısından daha kırılgan bir hale getiriyor. Yakın tarihimize baktığımız zaman sadece depremler nedeniyle 1900 ile 2012 yılları arasında 100 bin kişinin hayatını kaybettiğini, 170 bin kişinin yaralandığını ve 700 bin konutun ağır hasara uğradığını gösteren bir tablo ile karşılaşırız. Bu tabloya, ülkemizde meydana gelen sel, yangın, kuraklık, heyelan ve çığ gibi afet ve acil duruma neden olan olaylar da eklenince afetler açısından ne kadar kırılgan bir yapıda olduğumuz açıkça ortaya çıkıyor. Tarih boyunca afetlerin yıkıcı etkilerine bu kadar maruz kalan, nüfusunun yüzde 70’nin, sanayi tesislerinin de yüzde 75’nin birinci ve ikinci derecede deprem bölgesinde yer aldığı ülkemizde, afetlere hazırlık kapasitesinin hala istenilen düzeyde olmaması yapılan çalışmaların yeterliliğinin sorgulanmasına neden oluyor” dedi.

“Biz yara sarıyoruz, dünya önlem alıyor”
Türkiye’de afetlerin etkilerine yönelik yapılan mevzuat, uygulama ve önemli politika değişikliklerinin, genellikle afet sonrası, o olaya ilişkin çıkarılan yasalar çerçevesinde geliştiğini hatırlatan Yılmaz, “Bu nedenle bu düzenlemeler önleyici değil, afetlerden etkilenenlerin durumunu düzeltmek ve yaralarını sarmaya yönelik düzenlemeler olarak ortaya çıkıyor. Oysa dünyadaki örneklere baktığımızda, afet sonrası yara sarmaktan çok, afet öncesinde risk azaltma çalışmalarının yapıldığını görmekteyiz. 10 Temmuz 1976 tarihinde İtalya’da gerçekleşen Seveso Felaketi ve sonrasında kabul edilen Seveso Direktifi, ya da 17 Ocak 1995 tarihinde Japonya’da meydana gelen Büyük Hanşin Depremi ve sonrasında gerçekleştirilen yeniden yapılandırma önlemleri, aslında genel olarak dünyada da afet yönetim yaklaşımlarının benzer şekilde geliştiğini gösteriyor. Tüm bu tabloya rağmen dünyada 1987 yılından itibaren uluslararası düzeyde “Doğal Afetlerin Azaltılması Uluslararası On Yılı”, Afet Riskinin Azaltılması Küresel Raporu”, “Hyogo Bildirgesi” gibi çalışmalarla afetlere karşı risk azaltma standartları oluşturulmaya çalışılıyor. Günümüzde afetlere karşı daha dirençli ülkelere baktığımızda hepsinin ortak paydasında uluslararası düzeyde kabul edilen ve kriz yönetiminden ziyade risklerin azaltılmasını hedefleyen bu standartların uygulanmaya çalışıldığı yer alıyor” ifadelerini kullandı.

“1999 depremi milat oldu, ama hala yavaşız”
1999 depreminin bu yaklaşımın Türkiye’de de benimsenmesi açısından bir “milat” olduğunun altını çizen Yılmaz, “Ancak yine de, bazı özel projeler dışında bu yaklaşım toplumsal ve kurumsal düzeyde karşılık bulmuş bir yaklaşım olamadı. Her ne kadar kanun ve yasalarla alınan kararların toplumsal düzeyde karşılık bulması zaman alsa da afetler gibi ne zaman gerçekleşeceği belli olmayan tehlikelere karşı bu sürecin hızlandırılması gerekmektedir. Ayrıca 1999 Marmara Depremlerini Türkiye’deki afet yönetimi yaklaşımlarında bir milat olarak kabul ettiğimizde geçen 18 yıla rağmen bu sürecin normalden de daha yavaş ilerlemesi afetler açısından hala kırılgan ülkeler arasında yer almamızın temel nedenlerindendir” diye konuştu.
“Yaşadığımız coğrafyayı iyi algılamalı, olası risklerimizi öğrenmeli, bu risklerin neden olacağı tehlikelere karşı önlem almalı, benzer tehlikelere maruz kalan ülkelerin deneyimlerinden dersler çıkarmalı ve afetlere karşı toplumsal kapasitemizi artırmalıyız” diyen Yılmaz, sözlerini şöyle noktaladı: “Bu hedefe ulaşmak için toplumumuzu afetler hakkındaki ön yargılarından arındıracak, afetlere yönelik tutum ve davranışlarımızda iyi yönde köklü değişikliklere yol açabilecek çalışmaların yaygınlaştırılmasına ihtiyaç duyuluyor. Türkiye, afet sonrası yıkım ve yara sarma sarmalından ancak bu şekilde çıkabilir. Bunun için de modern afet yönetiminde olduğu gibi, müdahale ve iyileştirme çalışmalarından oluşan kriz yönetiminden daha çok, kayıp, zarar azaltma ve hazırlık çalışmalarından oluşan risk yönetimine önem vermemiz gerekiyor. Ülkemizde artık “insanlarımızı enkaz altından nasıl kurtarırız” düşüncesiyle yapılan çalışmaların yerine, “insanlarımız nasıl enkaz altında kalmaz” düşüncesiyle yapılacak olan toplum tabanlı çalışmalara öncelik vermemiz gerek. Bu nedenle artık afetlerin olup olmayacağını tartışmaktan vazgeçmeli, şimdiye kadar yapılan çalışmaları bir başlangıç olarak görüp, bundan sonra afetlere ve afet yönetimine bir bütün olarak bakıp hazırlığa daha fazla önem vermeliyiz. Afetler olmadan gerekli hazırlıkların ve önlemlerin alınmasının, afet sırasındaki etkin müdahaleden çok daha fazla yaşamı kurtaracağını unutmamalıyız. Bu, kısa vadede ve ulusal çapta yerine getirilmesi gereken bir zorunluluk.”