Berna Laçin

Berna Laçin

berna.lacin@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

İZMİR’İN KIYI KÖYLERİ...

Ege deyince, bambaşka... Köyleri, kasabaları, minicik yerleşim yerleri, her daim yeni yıkanmış kapı önleri, yağ tenekelerinde sardunyalar ekili... İzmir’in sayfiyesini Çeşme’den ibaret sanmak ne büyük yanılgıdır. Dantel gibi kıylarında ne muhteşem hazineler saklıdır. Şehirden çıkıp, denizini Kutup Yıldızı sayıp, yollara vurursanız kendinizi, çocukluğumuzun masal kitaplarındaki bize “Orada bir köy var uzakta...” şarkısını mırıldatan ne çok manzarayla karşılaşırsınız. Yeşil yollarda ilerlerken, ince bir minare görünür önce, kiremit çatılar dip dibe, “O köy bizim köyümüzdür” işte...
Geçtiğimiz Bayram, can kardeşim Aslı ve ailesine misafir olduk Çeşme’de... Alaçatı dışında her yer sakindi. Bahar mahmurluğu havada, yaz daha tam gelmemişti. Alaçatı her zamanki gibi yine iğne atsan düşmez durumdaydı. Bayramın ikinci günü itibarıyla Ilıca sahili de günübirlikçilerle doldu taştı. Hazır sıcaklar daha tam basmamışken, biz de çocukluk anılarımızda yer eden, özlemini çektiğimiz yerleri yeniden görmek istedik. Doluştuk, çoluk çocuk ve köpeğimiz Tonton hep beraber arabalara, İzmir’in köyleri, kasabaları kazan bir kepçe, düştük dağ bayır, yollara...
Çeşme’den Karaburun’a...
İlk gün rotamız Karaburun tarafı oldu. Çeşme’den çıktık yola, deniz kenarında ilerlerken bulduğumuz bütün koylara, köylere girdik. Kaynarpınar’ı çok sevdik. İnecik Köyü’nin iskelesi aslında Kaynarpınar. Eh işte, Ege kültürünün köyleri de bir başka, minicik limanı, bir balıkçı lokantası, Atatürk büstüyle gelenleri karşılayan meydanı, iki adımlık plajı, ulu bir çınar ağacı altında, bahçesinde Türk bayrağı dalgalanan kahvesi, zeytin, üzüm incir ağaçlarıyla masal kitaplarından fırlamış gibi.
Mordoğan: Ne yazık ki hayal kırıklığı... Merkezde o nasıl bir çarpık yapılaşma, küçücük bir kasaba sanki büyük bir şehrin sıkıştırılmış hali. Elbette civar koylarda hala çok güzel yerler var dilerim merkezdeki bozulma oralara da sıçramaz!
Karaburun: Çocukluk hatıralarıma göre bir hayli büyümüş. Yine de hâlâ naif bir sahil beldesi. Denizi, sahili, upuzun yürüyüş yolu, birbirini takip eden koyları, iskele tarafının keyfi bambaşka. Koylar hâlâ el değmemiş duruyor. Yalnız Mordoğan misali yakın çevrede bazı beton binaların başladığını görmek beni endişelendirdi. Çok çok ama çok dikkat edilmeli, canımın içi Kuşadası misali başka beldeler betona kurban gitmemeli.
Seferihisar: Çocukken o kadar çok giderdik ki... Hatta herhalde uzun geldiğinden zorlanıyor olmalıyım ki “Seferis” derdim. Hâlâ, bizim ailede ve yakın çevremizde herkes “Seferis” der. Elbette çok büyümüş ve çok tanınmış bir belde bugün. Bir zamanlar in cin top oynayan iskele, gezip görmeye gelenlerin akınına uğramış. Yine çok güzel, yine çok sevimli, koyları, ağaçlar altında ve deniz kenarında olmasıyla çok çarpıcı.
Teos Antik Kenti’nin bugün artık tertemiz düzenlenmiş hali, turizm açısndan çok çekici. Yeni İzmir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in, daha önce Seferihisar Belediye Başkanı olduğunu ve dünyaya tanıtmakta büyük payı olduğunu unutmayalım.
Sığacık: Seferihisar’ın yavrusu gibi sayılabilecek, minnak balıkçı kasabası... Elbette Seferihisar’ın ‘Citta-Slow’ olmasıyla yani yavaş ve sakin yaşam ağına Türkiye’de katılan ilk yer olmasıyla birlikte Sığacık da yabancı turistlerin ilgisini çekti. Tarihi kalesi, mahalle içindeki eski evlerden dönüşmüş pansiyonları, deniz kokan sokakları ile tam bir Egeli...
Urla: Urla zaten artık bambaşka... Çok da popüler. Eskiden olsa ‘saklı cennet’ filan derdim ama şu anda gurme mekanları, bağları ve tadım durakları, en iyi zeytinyağıyla Ege’nin yeni gözdesi. Urla’ya giderken dağların arasında Efem Çukuru bir vaha, mutlaka görün ve uçsuz bucaksız manzaraya hakim Ayda Bağları’nda bir mola verip, maviyle yeşilin sonsuzluğunu içinize çekin. Sahili ayrı güzel, iç kesimdeki Sanatçılar Sokağı bölgesi ayrı güzel... Sahilde uzun uzun yürüdüm Çeşmealtı tarafına doğru; dedemle çokça gittiğimiz, anılarımda yeri ayrı olan Devlet Demiryolları tesislerine kadar yürüyünce, gittikçe güzelleşti sahil şeridi. Sanatçılar Sokağı’nın da bulunduğu çarşı tarafına gelince Beğendik Abi’de Handan Abla’nın ellerinden çıkma nefis Ege yemeklerini yiyin. Gurme tat ve şıklık sevenlerdenseniz, muhakkak Hiç’e gidin ve vakttiniz varsa, orada yemekten önce zeytinyağı tadımı yapın, muhteşem bir deneyim. Hiç’in zeytinyağı, doğma İzmirli olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki bugüne kadar yediklerimin en iyisi! Elbette ki Michelin yıldızlılara taş çıkaran, göz alabildiğine zeytin ağaçları altında uzanan bir mekan var ki o da OdUrla...
Son Keşfim Balıklıova
Niyeyse hep yanından geçerim de bir içine girmem. Aslen Urla’nın bir köyü Balıklıova... Tam bir cennetten parça... O deniz, o küçücük sahil, yan yana balık lokantaları, evlerin güzelliği, anlatmakla bitiremem gidin görün derim.
Not: Eğer gider de bu dediğim yerleri gezerseniz, muhakkak Eski Çeşme Yolu üzerinde Hanedan’a uğrayın. Kahvaltıdan mezeye ya da ete canınız ne çekerse her şeyin en tazesini en güzelini uygun fiyatlara mis gibi ağaçlar altında yiyin.
u Alaçatı notu: Alaçatı’yı severim ama bu günden güne meyhane sokağına dönüşme halinden hiç hoşnut değilim. Pek çok klüpte müzik izni gece 02.00’de bittiğinden, müşteri daha uzun tutabilmek için meyhaneye dönüşmeye başlamış mekanlar. Alaçatı’nın o Ege köyü konseptine hiç uymuyor... Hani bir zamanların Beyoğlu-Nevizade havası yerinde güzeldi, gelin görün ki Alaçatı’nın havasıyla bağdaştıramıyorum bir türlü. Hele yol boyu yan yana mekanlardan, arabeskten alaturkaya birbirine karışan o ses kirliliği... Dikkat etmeli, çok ama çok dikkat etmeli... Bu arada Alaçatı köyü içinde Ferdi Naba harika. Ben bu şubesine ilk defa gittim ve bayıldım. Yemekleri zaten bırakın Çeşme’yi, İstanbul’da bile eşi benzeri olmayan çeşit ve kalitede. Keşke pahalı olmasa ama yazın dört kere balıkçıya gideceğime bir kere Ferdi Baba’da yemeyi tercih ederim, o da ayrı.
u Dipnot: Elbette Ege köyleri bu saydıklarımla sınırlı değil, küçük bir kesimini gezdim Bayram’da ve taşıdım sayfama... Vakit bulursanız, Doğanbey Köyü’ne uğrayın mutlaka. Ona ayrı bir yazı yazmak gerek aslında, şu kadarını söyleyeyim, eşi benzeri yok dünyada...