Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Moskova’da yaptığı görüşmeden çıkan esas sonuç, şimdilik İdlib’deki krizin kontrol altına alınmasıdır.

İki lider arasında bu konuda varılan mutabakatın küçümsenmeyecek bir başarı olduğunu anlamak için, İdlib’de son günlerde yaşanan gerginliği hatırlamak yeter. Özellikle Rus desteğindeki Suriye savaş uçaklarının 9 numaralı Türk gözlem noktasına gitmekte olan bir Türk konvoyuna saldırması Ankara’nın sert tepkisine ve hatta Türk Silahlı Kuvvetleri ile rejim güçleri arasında sıcak bir çatışma tehlikesinin ortaya çıkmasına yol açmıştı.

Neyse ki Rusya’nın da katılmasıyla girişilen diplomatik çabalar ve o noktaya bir Rus güvenlik birliğinin sevk edilmesi sonucunda olası bir Türk-Suriye çatışması önlenmiş oldu. Ardından geçen salı günü Erdoğan-Putin görüşmesi gerçekleştirildi.

Bu randevunun Türk-Rus ilişkilerinde iki pozitif gelişmeye denk getirilmesi bir rastlantı değildi tabii. Bunlardan biri, görüşmenin yapıldığı saatlerde, S-400 hava savunma sistemine ait ikinci bataryanın Ankara’ya ulaştırılması, ikinci olay da Erdoğan’ın Moskova’ya varışında, Rus Havacılık Fuarı’nın açılışına katılması ve iki ülke arasında savunma alanında yeni iş birliği fırsatlarının gündeme getirilmesiydi.

İşte İdlib’deki krizi yatıştıracak tedbirlerin müzakeresi böyle bir ortamda yapıldı ve belirli ilkeler üzerinde mutabık kalındı.

Aslında İdlib’de bir çatışmasızlık bölgesinin oluşturulmasına ve TSK’nın da burada 12 gözlem noktası kurmasına ilişkin anlaşmaya geçen eylülde Soçi’de karar verilmişti. O zaman Türkiye, bu bölgeyi teröristlerden temizlemeyi taahhüt etmişti. Ne var ki terör yuvalarını ortadan kaldırmak mümkün olmadığı gibi, Rus destekli rejim birlikleri de terörle mücadele adına İdlib’deki sivilleri hedef alan hava ve kara saldırılarına girişti. Bu da insani facialara ve Türk sınırına doğru göçlere yol açtı.

Rejim güçlerinin Türk askeri konvoyuna saldırması olayının gerekçesi ise, “terörist gruplar”ın Suriye mevzilerine ve Rus askeri tesislerine karşı provokatif saldırılarda bulunmasıdır. Açıkçası, Suriyeliler ve Ruslar böyle durumlarda Türkiye’nin desteklediği Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) mensuplarını da terörist sayıyor ve bu tür saldırıların sorumlusu olarak gösteriyor.

Moskova’da Erdoğan ile Putin arasında varılan mutabakat, sahada herhangi bir saldırı olmaması için birlikte çalışmalarını öngörüyor. Bu da pratikte şu demektir: Rusya, rejim güçlerinin, Türk tarafı da ÖSO da dâhil, muhaliflerin herhangi bir saldırıda bulunmamalarını sağlamaya çalışacak.
Geçen yılki Soçi anlaşmasından bu yana gelişmeler, bu amacın gerçekleştirilmesinin kolay olmadığını gösterdi. Bakalım bundan sonra bu mümkün olacak mı?..
Erdoğan ile Putin, İran Devlet Başkanı Ruhani ile beraber 16 Eylül’de Türkiye’de üçlü bir zirve gerçekleştirecek, o zamana kadar İdlib’de sükûnetin hâkim olması önemli. Ancak mesele sadece “çatışmasızlık durumu”nun devam etmesinden ibaret değil. Bunun kalıcı olması için temel siyasi konularda da anlaşmak şart. Dolayısıyla, İdlib’in siyasi statüsünü belirtmek gerek ki, bu da hem çok zor, hem de çok zaman isteyen bir iş...