Attila Gökçe

Attila Gökçe

agokce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Geçen cuma gecesi derin fısıltılarla başlayan, sonra da ihanete, kana, öfkeye bulanan hayatımızın değişik bir değerlendirmesini yaptım...
27 Mayıs 1960’da 15 yaşındaydım, çocukluktan delikanlılığa geçerken sapla samanı karıştırdığımız günlerin sonunda çevremde derin bir hüzün rüzgârı esti...
Menderes, Zorlu ve Polatkan idam edilmişlerdi. Memleketin büyük bölümü kırgın, dargın ve yorgundu.
Sonra 22 Şubat 1962, 28 Şubat 1963 darbe teşebbüsleri... Askeri lisede öğrenciydim. Ben, kıdemli olduğum için ranzanın üstünde yatıyordum... Sınıf arkadaşım Metin Aydemir de altımda uyuyordu. Ama o günlerde uyuyamaz olmuştu. Babası Talat Aydemir idam edildiğinde arkadaşlar, en az 20 yaş ihtiyarladığını gördüler.

Haberin Devamı

Kızımın yaş günü

12 Mart 1971... İstanbul’dan kızım Kibele’nin 1. yaş günü için İzmir’e uçacaktım. Hava muhalefeti nedeniyle uçuşlar iptal edildi. Şehre dönerken radyodan 12 Mart Muhtırası’nın okunduğunu öğrendim. Gazeteye vardığımda Demirel istifa etmişti. O dönemde terör demiyorduk ama, anarşi kol geziyordu. İsrail Konsolosu Elrom kaçırılıp katledildi.
Arada Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın tek kurşun atmadıkları halde devrimci eylemleri nedeniyle idam edilmeleri, memlekette acı ve ıstıraba neden oldu.
12 Eylül 1980... İzmir Fuarı’nda Hülya Koçyiğit ve Barış Manço’nun sahne aldığı konserden sabaha karşı döndük. Hülya Koçyiğit, alkışlara karşılık “Siz büyük bir milletsiniz” diyerek teşekkür etti. Sabahın ilk ışıklarıyla ihtilal oldu. “Büyük Millet” sokağa çıkamıyordu. Her gün ortalama 3-5 can alan sağ - sol çatışması ya da devrimci - ülkücü kapışması, hayrettir, 1 günde bıçak gibi kesildi. “Huzur ve Güven” adı verilen harekât aslında bir darbeydi, ama silahlar susunca herkes duruma razı oldu. Anayasa oylamasında (91.37) evet çıktı. Peş peşe idamlara tanık olduk... “Asmayalım da besleyelim mi!” denilerek yaşı büyütülen çocuklar asıldı.
Huzur ve güven derken, PKK’nın bitmeyen terörüyle karşı karşıya kaldık... Şemdinli 1984...

Post modern darbe

28 Şubat 1997’de Post Modern darbeye tanık olduk... Silah kullanılmadı, parlamento çalışıyordu ama, en başta milli eğitim, sonrasında din öğretimi yeniden dizayn edilecekti. Yine küskünler, kırık kalpli vatandaşlar ülkesi olduk.
15 Temmuz 2016 ülke tarihinin en travmatik darbe teşebbüsü olarak yaşandı...
Asker, polis, sivil vatandaşlar “bu ülke uğruna” birbirlerine kıyarak kan döküyordu. İhanetin boyutu şok yaratmaya yetti. Rehin alınan komutanlar, suikasttan kıl payı kurtulan cumhurbaşkanı...

Haberin Devamı

Rakamlar!

Lanet olsun, yeter artık!.. Bu ülke bunları hiç hak etmiyordu.
Terörden sonra bir de bu darbe teşebbüsü şehit evlatlar listemizi uzattı.
Arada 28 Nisan 1960, 15-16 Haziran 1970, 1 Mayıs 1977, 28 Mayıs - 30 Ağustos “Gezi” olaylarını da yaşadık. Hepsi de ölümlüydü, hepsi de acıydı.
Evet, ilk gençliğimden bu yana 56 yılda toplam 7 darbe (ya da teşebbüsü) görmüştüm..
Her darbe (ya da teşebbüsü) can alıyordu. Her darbe (ya da teşebbüsü) siyasetin kalitesini düşürüyor, çatışmaları keskinleştiriyor, kırgınlığa, küskünlüğe zemin hazırlıyordu.
Son 52 yılda spor gazetecisi olarak yaşadıklarım da vardı elbet... 7 Olimpiyat, 5 Dünya Kupası, Avrupa Şampiyonası, Şampiyonlar Ligi finalleri filan... Bugün genç gazetecileri heyecanlandıracak kariyer rakamları bunlar.
Keşke hiçbirini yaşamasaydım, kanlı darbelere de tanık olmasaydım!
Demokrat bir ülkenin özgür ve huzurlu sıradan bir vatandaşı olmak yeter de artardı bile!

Haberin Devamı

Galatasaray’da “fetret” devri

Tarihten günümüze ve spora bakınca... Galatasaray’ın da bir tür “Fetret” ya da “Fasıla-i Şampiyonat” devri yaşadığını söyleyebiliriz... Ünal Aysal’ın görevi bıraktığı 2014’den bu yana 2 başkan, 5 teknik direktör değiştirdiler. Takım kimliğini yitirdi. Eski futbolcu ve antrenörlerden biri, bu sürecin Drogba ve Sneijder ile başladığını yıldız oyuncularla takımın arasındaki mesafenin açıldığını söylüyor. Devamı da şöyle: “Hamza hoca ilk yılında futbolcuları okşayarak şampiyonluğu elde etti. Ama ikinci yılında vidaları sıkmaya kalkınca işinden oldu. Oysa Hagi’li dönemde hem yıldız oyuncu ve takım oyunu vardı, hem de disiplin. Bugün transfer stratejisi bile yok. İşi bilenler iş başında değil. Para her şeyin önüne geçti, maneviyatımızı unuttuk!”
Ne denir? Ey “Ruh” geldinse vur!

Çağla Büyükak(ar)çay!

Afferin ona! Elindeki raketle kendini tenise adayarak çıktığı yolda nihayet Rio’ya uzandı... Türk tenisinin grand slam’lere katılan ve tur atlayan ilk kadın tenisçisi, kişisel tarihiyle birlikte ülkemizin spor tarihine yeni sayfalar katıyor. Wild card’la değil, dünya klasmanında 73’den 67. sıraya sıçrayarak bileğinin hakkıyla ITF’den olimpiyat vizesini aldı. TMOK yönetim kurulunda “sporcu temsilcisi” olarak da bu ülkeye hizmet veren Çağla, Türk kadınlarının gurur duyacağı bir lider kimliği taşıyor. O yüzden ülke sınırlarından taşıp Okyanus’u aşacak olan kızımıza küçük bir katkım olsun istedim: Çağla Büyükak(ar)çay!

NURİ ÖZALTIN’A SAYGIYLA

Biz spor gazetecileri için Antalya Nuri Özaltın demektir. O sadece bir turizmci değil, gerçek bir spor adamıydı. Glorya tesisleriyle ülkemiz uluslararası golf takvimine soktu. Ironman yarışlarına destek verdi. Dahası lüks oteli, spor salonları, yüzme havuzları, pisti ve sahasıyla cebinden milyonlarca dolar harcayıp olimpik spor tesisleri yaptı. Nuri Bey’i geçen hafta kaybettik... Amansız hastalıkla mücadele ederken yüreği yine spor için çarpıyordu. Huzur içinde yatsın! Sevenlerinin başı sağolsun!