Geri Dön
Bir devrin sonu: Evlilik programları

Bir devrin sonu: Evlilik programları

Evlilik programları özellikle son 5 yıldır dizilerle beraber ‘televizyon sezonunun’ açılışını ekran başındakilere müjdeliyordu. Yemek sonrası ‘boş vakitlerini’ her akşama bir dizi koyarak ‘dolduran’ ev hanımları, bu evlilik programları sayesinde gündüz dolma sarma işlemini de hiç canları sıkılmadan gerçekleştiriyorlardı. Dolu dolu yaşıyor kadınlarımız!

Burak Soyer
Burak Soyer

Geçen yıllarda 3 farklı kanalda ekrana gelen izdivaç programları, sunucuları aynı kalsa da format değişikliği ile evlere konuk oluyor. Özellikle erkek esnafın da bir hayli dikkatini çeken bu programlara herhangi bir kahvede veya berber salonunda rastlama oranınız yüzde 90 civarında seyrediyor. Kaseti biraz geri alıp evlilik programlarının şu ana kadar bize neler ‘kattığına’ bir göz atalım. Evlilik programları neden bu kadar tutuldu ve kendi fenomenlerini yarattı? Uzman Psikiyatrist Onur Özalmete, “Bizim kapalı, üzeri örtülü olana karşı çocukluğumuzdan gelen bir merakımız vardır. İnsanlar bir evin yanından geçerken bile o evin içi kalabalıksa çaktırmadan mutlaka bir bakar. Kanallarda bu türden programların yayınlanması da o merakı meşru olarak gideriyor. Bunun yanında o programlarda insanlar arasındaki eşleşmede izleyiciler bir özdeşleşme de buluyor. ‘Onun yerinde ben olsaydım şöyle yapardım’ gibi… Bahsettiğim bu çocuksu merak ve eşleşmedeki özdeşleştirme durumu programları çekici hale getiriyor” diyerek işin psikolojik kısmını özetliyor.

Haberin Devamı

Beş yıllık profesyonel bir izdivaç programı izleyicisi ve yüksek lisansını bu konu üzerine yapmayı düşünen biri olarak söyleyebileceğim tek şey; aynı tornadan çıkmış kadın ve erkeklerin bizlere kendilerince ‘yol gösterici’ olarak hizmet etmesiydi. Bu konuyu bir örnekle biraz daha açalım. İsmi lazım olmayan programın sunucusu bir adaya, “Şu ana kadar yaptığınız en büyük hata neydi?” diye sorduğunda “Sevdiğim insanı terk etmekti. Şartlar bunu gerektiriyordu” cevabını alıyor. Yani bu kişi hayatında hiç yalan söylememiş, hiç durduk yere birinin kalbini kırmamış, birine ana avrat dümdüz gitmemiş örnek kişiliğiyle toplumun her evde görmek istediği insan prototipi olarak ekranlardan bize bakıyordu. Zaten izdivaç programlarına katılanların hepsi yalandan nefret ediyor, yalan söyleyene tahammül edemiyordu. Saygı, aradıkları en önemli şey, dış görünüş en son, hatta hiç umursanmayan bir özellik olarak adayların gönlünde yer alıyordu. Önce ruh güzelliği geliyordu çünkü. Kendilerine eş arayan adaylarda bu özelliklerin hepsi bulunduğu için karşılarındakilerinin de öyle olması vazgeçilmez unsurlar arasındaki yerini alıyordu! Yalansız, günahsız, saygılı, okumuş, okumadıysa da kendini geliştirmiş, dış güzelliğe önem vermeyen ama uzun boylu, esmer, yanlarına yakışacak eşler istiyordu hepsi elbette. Yurtdışından emeklilik, ev, araba gibi somut arzulara hiç girmiyorlardı bile.

Haberin Devamı

Bu toprakların bireylerinin toplumda biçtikleri role kendilerini fazlasıyla kaptırmaları bireysel yeteneklerin ekran başında sergilenmesine de sebep oluyordu. Örneğin geçen yıl adaylar arasında yapılan bir konuşmada şöyle bir diyalog geçmişti: “Ne işle uğraşıyorsunuz?” “Sanatçıyım.” “Öyle mi? Nasıl sanatçı?” “Dünyada en iyi Tarkan taklidini ben yapıyorum.” Ve ardından bu diyalog, Tarkan’dan Kuzu Kuzu şarkısı eşliğinde erkek adayın dudaklarını Tarkan’ınkiler gibi şekillere sokarak dans etmesiyle sona ermişti. Yine 65 yaşında yurtdışından emekli futbol meraklısı bir abimiz, kalp ameliyatı olduktan sonra iyi olduğunu göstermek için stüdyo içinde şöyle bir koşmuştu ve bir kova ter atmıştı da ben de “Adam gidiyor galiba,” diye endişelenmiştim. Yine geçen yıl programa katılan ve 3 kelimeden doğaçlama şiir yazabilen radyo programcısı ‘şiirbaz’ kardeşimiz genç kızların kulağında romantik sesiyle çınlayarak gönüllerde taht kurmuş, oturuşu kalkışı, şiire olan sonsuz tutkusuyla ebeveynlerin en güvenilir damat adayı arasında yer almıştı. Yine geçen yıl daha afyonu patlamayan programda, format jargonuyla söylersek bir ‘bayan’ aday talip olduğu kişiye, “Ben senin gibi gecekonduda oturmuyorum,” diyerek sınıf farkını ortaya koydu.

Haberin Devamı

Bu programlarda ‘yorum alma’ meselesine sıra gelince de söyleyecek en fazla sözü olanlar şüphesiz ‘stüdyoda kalmış’ kitle. İşin öyle bir kompetanı olmuşlar ki, aday daha kapıdan girer girmez önlerindeki sihirli küreden her şeyi gören falcılar gibi adayın iyi mi kötü mü, yalancı mı değil mi, saygılı mı saygısız mı, hayatın tokadını yemiş mi yememiş mi, bir seferde çözebiliyorlardı.

Kısacası evlilik programları bu toplumda nabza göre şerbet vermenin en önemli kanıtlarından biriydi. Ve sanırım izdivaç programları kendinden emin, dünyanın en önemli kişisi olan adaylarıyla, yeterince bulanık gözlerle dünyada olup bitenleri kavramaya çalışan insanlarımız üzerinde hipnoz saati gibi sallanıyordu. Ona da gerek kalmadı. Zira yerli Sherlock Holmes’larımız devreye girdi artık. Dolmalar mı? Macera kaldığı yerden devam ediyor...

Benzer İçerikler