Gündem Bir özgürleşme anıtı: İpekçi

Bir özgürleşme anıtı: İpekçi

01.02.2016 - 02:30 | Son Güncellenme:

İpekçi için bir gazetecinin en büyük amacı, halkın aydınlatılmayı bekleyen kesimlerine erişmek olmalıydı. Toplumun gelişim sürecini belirleyecek alanlarda bilgiyle donatılan insan, en yararlı siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel seçenekleri, güven içinde kullanabilirdi...

Bir özgürleşme anıtı: İpekçi

Abdi İpekçi, 1950’ler sonrasının Türkiye basınında, sayısız “ilkler”e imzasını atmış bulunan eşşiz bir gazetecidir.

Haberin Devamı

İpekçi açısından bir gazeteci yazarın en büyük amacı, halkın aydınlatılmayı bekleyen en geniş kesimlerine erişmek olmalıydı. Toplumun gelişim süreçlerini belirleyecek alanlarda yeterli bigilerle donatılan insanlar, en yararlı siyasal, sosyal, ekonomik ya da kültürel seçenekleri, güven içinde kullanabilirlerdi.

Milliyet Gazetesi’nin ilk yıllarında en çok okunan bölümlerinin, “spor” sayfaları olması bir rastlantı değildi. Galatasaray Lisesi’nde, Fransızca öğrenim gören İpekçi, Fransa’nın en önde gelen saygın gazetelerinin bile spora ne kadar geniş yer verdiklerini görüyordu.

Kitleleri gazeteye çekti

İstanbul Üniversitesi’nin Hukuk Fakültesi’ne katılışının ilk yıllarında İpekçi’nin önüne hiç ummadığı bir öneri gelmişti. Yıllarını basın yaşamına vermiş olan Ali Naci Karacan, 1950 yılının 3 Mayıs günü İstanbul’da “Milliyet” gazetesini çıkarmaya başlamıştı. İpekçi’ye gazetenin yazı işleri müdürü olması öneriliyordu. İpekçi’nin ilk işi büyük boyutlu fotoğraflarla gazetenin son sayfalarını tümüyle spor etkinliklerine ayırarak toplumun bütün kesimlerinin gazeteyi her gün heyecanla beklemesini sağlamak olmuştu.

Haberin Devamı

Okuruna kavuşan “Milliyet” ikinci aşamada, ön sayfalarını yenileştirmeye yöneliyordu. Günün en önemli siyasal, sosyal, ekonomik gelişmeleri birinci sayfada yine gözalıcı fotoğraflar ve etkileyici başlıklarla sergileniyordu. Gazetenin alt köşesinde “Durum” başlığıyla yayımlanan çift sütunluk başyazılarda günün en önemli iç ve dış sorunlarının değerlendirilmeleri yapılıyordu. Altında hiçbir “yazar” adı bulunmayan başyazıları hazırlayan ise Abdi İpekçi’nin ta kendisiydi.

Başyazıları heyecan yarattı

1961 Anayasa’sı ile birlikte Türkiye çok daha demokratik nitelikler kazanıyordu. Genel seçimlerde her parti, ülke çapında aldığı oy oranında meclis ve senatoda temsil hakkını kazanıyor; hızla “sanayi toplumu”na erişebilmek için beşer yıllık “kalkınma planları” yapılmaya başlanıyordu. Türkiye’nin bu çok dinamik süreçleri Milliyet’in de altın çağını başlatmıştır.

Abdi İpekçi’nin artık imzasını atmaya başladığı “Durum” başyazıları her gün heyecanla okunuyordu. Milliyet’in ikinci sayfası Refik Cevat Ulunay ve Çetin Altan’ın köşe yazıları, Turhan Selçuk’un ünlü karikatürleri ve “Düşünenlerin Düşünceleri” başlığı altında yayınlanan bilim adamları, iktisat ve hukukcular, sanat ve düşünce insanlarının bağımsız yazılarıyla geniş ilgi topluyordu. Sayfanın sağ alt köşesinde yayınlanan beş altı sütun uzunluğundaki “iktisat ve ticaret” köşesinde ise dünyada ve Türkiye’de görülen bütün ekonomik ve sosyal oluşumlar, Ali Gevgilili’nin yönetiminde sunuluyordu.

Haberin Devamı

Milliyet’in bir başka özelliği deneyimli bir uluslararası ilişkiler uzmanı olan Sami Kohen’in yönettiği “dış politika” sayfasıydı.

Gazetenin bir ayrıcalığı da, Anadolu’nun ilginç bölgelerini, tarihsel sitelerini birbirinden değişik toplumsal kesitlerini fotoğraflarıyla birlikte yayımlayan, röportaj dizileri sayfasıydı. “Sanat” sayfasında ise İstanbul, Ankara ve İzmir başta olmak üzere Türkiye’nin ve dünyanın ünlü müzisyenlerinin, orkestralarının, tiyatro oyuncularının, bale topluluklarının, sunduğu bütün önemli sanat çalışmaları, saygın eleştirmenler tarafından değerlendiriliyordu. Her haftanın yeni sinema filmlerini Milliyet’in sinema eleştirmeni Tuncan Okan yapıtlara yıldızlar da yer vererek ayrıntılarıyla okurlara sunardı.

Haberin Devamı

Bütün ömrünü futbol başta olmak üzere spora adayan Namık Sevik’in yönetimindeki geniş “spor” sayfaları sporseverlerin okumaktan asla vazgeçemeyecekleri kadar ün kazanmıştı.

Bir özgürleşme anıtı: İpekçi

Çağdaş gazeteciliğin önderi

Milliyet çok geniş yelpazesi ve yetkin kadrosuyla, Abdi İpekçi önderliğinde 20. yüzyılın ikinci yarısında, Türkiye basınına yepyeni boyutlar kazandırmış ve çağdaş gazeteciliğin gerçek önderliğini yapmıştı...

Milliyet’e eşsiz boyutlar katan İpekçi, 01 Şubat 1979 günü, gazetedeki işlerini bitirdikten sonra kendisinin kullandığı otomobiliyle Cağaloğlu’ndan yola çıkarak Nişantaşı’ndaki evinin sokağına girmeye çalışırken bir genç adamın üstüne yağdırdığı kurşunlarla yaşamını yitirmişti...

Türkiye basınına ömrü boyunca eşsiz katkılarda bulunan Abdi İpekçi’nin aziz kişiliğinin önünde bütün insanlık her zaman saygıyla eğilecektir.

Haberin Devamı

“Bir özgürleşme anıtı” olan Abdi İpekçi’ye sonsuz şükranlar ve saygılarla yeniden merhabalar!

Saat 11.00’de kabri başında
1 Şubat 1979 günü uğradığı silahlı saldırı nedeniyle aramızdan ayrılan Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürü Abdi İpekçi’yi bugün saat 11.00’de Zincirlikuyu Mezarlığı’ndaki kabri başında anıyoruz.
İnsanlığın fazlası
Hiç kavga kızıştırmamış, tersine herkesi dalaşmayıp hep düşünmeye davet etmiş, kalemini sustalı gibi kullanmamış, kimseyle gırtlak gırtlağa gelmemiş, hapse mapse girmemişti.
Yine de sevmeyenleri çoktu. Horoz dövüşü meraklıları tarafından “sıkıcı” bulunmasını anlardım. Ama daha “önemli” gerekçelerle yerenler de oluyordu. Derin ve hızlı solcu geçinen bir meslektaş büyük bir gazetenin lüks lokantasında Abdi İpekçi ile yakın dostluğumu eleştirirken itirazının temel gerekçesini iki sözcükle özetlemişti:
“Marksist değil.”
Doğru; değildi. Ama çizgisinde ve yaşantısında akıllı Marksistlerin yadırgayacağı hiçbir yanlış ya da pislik yoktu. Aynı militan olmadan insan olabilmiş Tevfik Fikret gibi, Haldun Taner gibi, Türkan Saylan gibi...
***
O konuşmadan yıllar sonra Sofya’nın gösterişsiz bir lokantasında komünist Bulgar devletinin istihbarat şeflerinden biriyle yemek yiyorum.
Adı Dimo Stankov. Çelik gibi sinirlerinin her an denetim altında olduğu besbelli. Yeter Sustuğum adlı müthiş anı kitabı beş yıl önce Türkiye’de de yayımlandı (İKÜ Yayınevi). Sonra eşiyle İstanbul’a geldi. Belma Akçura’yla konuştu; çok şey anlattı.
Sofya’daki görüşmemizin konusu Mehmet Ali Ağca. Dimo bildiği rezillikleri serinkanlılıkla, iğrenç ayrıntılarla anlatırken Abdi İpekçi adı gündeme gelince inanılmaz bir şey oluyor; gözleri doluyor.
“Kendisiyle tanışmadım,” diyor Bulgar istihbarat şefi. “Ama yıllardır her yaptığını, her yazdığını av köpeği gibi izledim. Dünyanın en doğrucu, en temiz, en yürekli insanlarından biriydi.”
Bir özgürleşme anıtı: İpekçi
***
Sıkıcı mıydı? İran asıllı Los Angelesli Dr. Leila Bakhtiari hiç öyle düşünmüyordu. Milliyet’in West Coast haber bürosu şefliğini yaptığım yıllarda yakından tanıdığım kadınların en özgür ruhlusu ve rahat davranışlısıydı.
Genişçe bir daireyi hem konut hem iş yeri gibi kullanıyorduk. Ercüment Karacan ve Abdi İpekçi eşleriyle birlikte oraya geldikçe bizde kalırlardı. Bir seferinde Abdi’nin tıp denetiminden geçirilmesi gerekti. Dr. Leila ile ikisini tanıştırdım.
Tahliller, incelemeler yapıldı. Her şey temiz çıktı. Sıra hekim ve hastane ücretlerini ödemeye gelince Leila para almak istemedi. Hastane ücretlerinde de büyük indirim yaptıracaktı. Abdi razı olmadı; her şeyi tam tamına ödedi.
Leila “Dostun çok hoş adam,” dedi. “Onu yemeğe çıkarsam kızar mısın?”
Rahatlığın o kadarını yadırgadım. Ben kızmasam da tuhaf kaçacağını söyledim. “Eşi burada.”
“Eşine söylemese olmaz mı?”
“Olmaz. Gizli kapaklı davranışlardan nefret eder.”
Abdi bana çıtlatmadı ama, flört koleksiyoncusu dilber hekim uyarıma aldırmadan onu “yemeğe çıkarmayı” denemiş, sonuç alamamış. O konudaki son sözü bir rica oldu: “Söyle de bir daha buralara gelirken eşini getirmesin.”
Abdi İpekçi sıkıcı mıydı? Bence tam tersine. Yüzde yüz insanlık çok ilginç ve çok nadir bir özelliktir. Vurmak için o yüzden seçtiler onu.