Filiz Aygündüz

Filiz Aygündüz

filiz.aygunduz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Henüz on yedisinde gencecik bir kız Vuslat Emine. 1876’nın İstanbul’unda bir konakta anne babası, abisi ve iki kız kardeşiyle birlikte yaşıyor. Kızların bol olduğu evlerden neşe eksik olmaz. Onlarınki için de geçerli bu. Annelerini de sayarsak, Vuslat Emine, Hicran ve Fatma; bu dörtlü epey eğleniyor günlük hayatlarında. Kızlar arası rekabet elbette var. Ama aralarındaki sağlam sevgi bağını alt edecek kadar değil. Günlerden bir gün Vuslat Emine’nin hamile olduğu ortaya çıkıyor. Konağa ateş düşüyor. Babanın ve abinin duymaması için gayrimeşru çocuğunu doğurmak üzere evin emektarı Bedriye Kalfa’yla birlikte Büyükada’daki konağa gönderiliyor, Gözyaşı Konağı’na... Ve yazmaya başlıyor. Hikâyesini, verdiği vereceği mücadeleyi, acısını, sevincini, başından geçen her şeyi... Bu hikâyeyi okuyoruz, Şebnem İşigüzel’in İletişim Yayınları’ndan çıkan ‘Gözyaşı Konağı’ adlı yeni romanında.
Yeri şimdiden hazır
Bir kadın romanı ‘Gözyaşı Konağı’. Erkeklerin baskısının gölgesinde, korkarak da olsa direnmeye çalışan kadınların romanı. Bu yüzden zaman zaman kötü olmak zorunda kalan kadınların... Özgürlük baskın temalardan bir tanesi. Hayatı yeni baştan inşa etme çabası sonra... Ve aşk... Edebiyatın en güzel aşklar hanesinde yeri şimdiden hazır ‘Gözyaşı Konağı’nın.
Vuslat Emine güçlü bir karakter. “Bir erkekle birlikte olmak nasıl bir şeydir?” sorusuna yanıt ararken hamile kalıyor. Ailesini üzdüğü için kahroluyor. Yine de bir mağdur gibi dolaşmıyor ortalarda. Başlangıçta saçlarını tutuşturarak cezalandırmaya çalışsa da kendisini, pençelerini hayata geçiriyor kısa zamanda. Şans bu ya... Denizin içindeki bir dalyan kulübesinde yaşayan Mehmet’e âşık oluyor. “Düşünceleriyle insanları suça teşvikten” cezalı bir kaçak... Birbirlerinin yaralarını seviyorlar. Sarıyorlar da... Vuslat Emine’nin bebeğini de alıp Heybeliada’da yeni bir başlangıç yapmanın hayalini kuruyorlar. Ah bir de annesinin, Hicran’la, Fatma’nın özlemi olmasa... Burnunda tütüyorlar. Ama işte anıları var neyse ki... Hatırladıkça mutlu eden... Annenin Fransızlar’a özeni yüzünden başlarına gelenler, fotoğraf çektirmelerinin yasaklanması, bunun üzerine resimlerini yaptırmaya başlamaları, hamam sefaları, güle oynaya yaptıkları işlemeler, flamingo meselesi, hayallerin peşinden koşturup gitmeler... Ve daha neler neler... Ah bir de şu Ada’nın kötü kalpli kadınları olmasa... Gayrimeşru bir çocuk doğurduğu için kendisine nefretle, öfkeyle bakan, onu yol ortasında taşlayan... Ama nafile, yaşamak hevesi var Vuslat Emine’nin, hem Mehmet var...
Şehrazad gibi
Mutlu son olacak mı? Vuslat Emine’nin bebeği Ahmet’i nasıl bir kader bekliyor? Anne ve kızları kavuşacak mı? Tahmin etmesi zor bir final hazırlamış Şebnem İşigüzel... Finale gelene kadar da her köşe başında bir sürpriz bekliyor. Zaman zaman kalp atışlarını hızlandıran, göz bebeklerini büyüten... “Okurumu mutlu etmek istedim” diyor yazar. Ediyor da... Hem de ne mutluluk... Ustaca kurgulanmış, su gibi akan Türkçesi, okuru peşine takan örgüsüyle şahane bir roman okumanın mutluluğu... Bir kadının oya gibi işlediği inadına tanıklık etmenin mutluluğu... Kitaba ara verdiğinizde, işinizi gücünüzü yaparken hiç aklınızdan çıkmamasının mutluluğu... Hüzünlendiğimiz kadar eğleniyor oluşumuzun da mutluluğu... Kızların sevincinin bize de bulaşmasının mutluluğu...
Okuyacak iyi bir roman arıyorsanız, ‘Gözyaşı Konağı’nın kapısından girin... Şehrazad gibi anlatıyor Şebnem İşigüzel. Değme Şehriyar karşı koyamaz. 1001 gece dinlenir bu hikâye...