Cadde AFFEDER MiYDi?

AFFEDER MiYDi?

07.12.2009 - 01:00 | Son Güncellenme:

Ortaç, Milliyet Pazar’a “O gece linç edilmesinde rol oynadığım için çok pişmanım. Genç ve cahildim” dedi. Ama Kaya, artık burada değil

AFFEDER MiYDi

Ahmet Kaya, ‘açılım’ için ne derdi? Fransa’da sürgünde en çok neyi özledi? En büyük hayali neydi? Şarkılarının ve 43 yıllık hayatının ışığında cevap aradık bu sorulara. Ahmet Kaya’nın hayalini karşımıza aldık; “Hoş geldin iki gözüm…” dedik ve başladık...

Haberin Devamı

Serdar Ortaç’ın Milliyet Pazar’daki itirafına ne diyeceksiniz?
Serdar Ortaç, aynı söyleşide ‘Karabiberim’ klibinde bir kızın göbeğinden zeytin yediğinden de pişman olduğunu, bugün olsa aynı şeyi yapmayacağını söyledi. Bana yaptıklarını da bugün olsa yapmayacağını söylüyor. Benim için Ortaç’ın bu iki pişmanlığı arasında bir fark yok. Bilmem anlatabiliyor muyum? Vicdan başka bir şeydir. Vicdan acısı, karabiber acısına benzemez. Yine o söyleşide kendi tabiriyle, ‘Beste yaparken ilham gelmesi gibi garip hallere’ girebilseydi, anlardı belki.

Siz affettiniz mi kendisini?
Benim derdim hiçbir zaman tek bir insanla olmadı. Benim derdim, Serdar Ortaç’ın öyle olmasının sebepleriydi. O dönem bana haksızlık eden tek insan Serdar Ortaç değildi. Bana değil, insanlarımıza yapılmış haksızlıklar konuşulmalı. Engellenmeye çalışılan temel hak ve özgürlükler konuşulmalı. Türbanla üniversiteye giremeyen insanlar, Hrant Dink’e kurşun sıkan, Orhan Pamuk’a tehditler yollayan zihniyet tartışılmalı. Ben, ölümümle bunların konuşulmasında rol oynadıysam, bundan ancak mutluluk duyarım.

Zaten ölümden korkmadığınızı, cebinizde iki metre kefenle dolaştığınızı söylüyordunuz her zaman.
Kefenimi cebimdem, Boğaz’da bir kaldırım kenarında balık ekmek yerken çıkarsaydım keşke. Kefenimi cebimden çıkarmadan önce kızımla Kürtçe bir düet yapabilseydim... Kefenimi cebimden çıkarmadan önce, çok istediğim o filmi çekebilseydim…

“Hani sizin gençliğiniz nerede?” diye sorarsak…
Bu şarkının sözlerini yazan kardeşim Yusuf Hayaloğlu’nun o küçük ama büyük umutlarla dolu odasında... Sözleri alıp elime ağlaya ağlaya ‘İşte bu ilham gelmesi gibi bir şey’le yürüdüğüm yollarda... Deniz’lerin idam sehpasında 15 yaşım... 1 Mayıs 1977’de yanımda yürürken ölenlerin erken yolcu ruhlarında en deli zamanlarım... Hapisteki arkadaşlarına elinden tek geleni yapmakta, şarkılar yazmakta, her şeye rağmen umutla…

O dönemlerden şimdiye baktığınızda, nasıl değerlendiriyorsunuz gelişmeleri?
Gelişme doğru bir kelime mi bilmiyorum. Bunu söylemek için ülkenin doğusunda, oralarda iyi çeken telefondan öte neler var, buna da bakmalıyız. Ajda Pekkan’ın Kürtçe şarkı söylemesinden öte, bir yerlerde hâlâ Kürtçe konuşamayanlara bakmalıyız. Taksici Kürtçe konuştuğu için taksiden inen müşteriye bakmalıyız, özellikle son dönemde Güney’de ve Ege’de ırkçılık var mı, buna bakmalıyız. Benim ölümüm 2000’dir. 2000 yılı coşkuyla karşıladığımız milenyum. Bu bile bir işarettir. Gecikmişliğin işareti de olsa. Tüm bu gecikmişlik, geciktirilmişlikler üzerine yaşanacak değişimlerin elbette ki sancıları da olacaktır. Türkiye, son günlerde yıllar önce tartışması gereken pek çok meseleyi tartışıyor. Yeni sorguluyor pek çok şeyi.

TRT size iade-i itibar için arşivden yasaklı şarkıları çıkarıyor, TRT Şeş Şivan Perwer çalıyor…
Ben hâlâ Fransa’da yatıyorum. Keşke tüm bunlar bu utanç üzerine kurulmasaydı. Ama ‘keşke’ değil söylememiz gereken. Ben buralardan sürgün edileli kaç yıl oldu? Dersim yeni mi akıllara geldi? İlk albümlerimden bir şarkı anlatıyor hepsini: “Titrek bir mum alevinin bıraktığı bulanık is, ve göz gözü görmez bir sis değildik biz. Beni bilimle anla iki gözüm, felsefeyle anla ve tarihle yargıla…”

“Beni ne sağcılar, ne solcular, ne İslamcılar sevmez. Peki kim kardeşim bu kasetlerimi alan 10 binler, konserimdeki 10 binler?” diye sormuştunuz bir söyleşinizde. Buldunuz mu cevabı?
Sağı solu bir yana bırakıp kalbin, insanlığını, vicdanını dinleyenler… Ben Kürt olmasaydım da Kürtçe şarkı söylemenin savaşını verirdim.

Sürgünü nasıl anlatır Ahmet Kaya, Fransa’daki son yıllarını?
Anadilini konuşamadığın bir ülkeden, dilini bilmediğin bir ülkeye geliyorsun. Rakı yerine adını sanını bilmediğin şaraplarla dost oluyorsun. Dostların aramaz olmuş, kimse hakkında iyi şeyler yazıp çizmez, konuşanlar susar olmuş. Ölüyorsun yavaş yavaş. Memleketimde olsaydım diyorsun. 99 depreminde ablam öldü, canlarım öldü gelemedim. Ölüm budur aslında, çekip gitmek değildir. Gitmen gerekirken gidememektir bir ülkeye.


“Tek suçlu Ortaç değil”
Ahmet Kaya’ya çok büyük bir haksızlık yapılmıştı. Şimdi geç de olsa, hadiseye neden olanlardan birinin özür dilemesi çok önemli. Bunun için Ortaç’ı tebrik etmek lazım. Özür dilemek, hata yaptığını kabul etmek büyüklüktür. Kaya’yı yurtdışına kaçmaya iten tek başına Ortaç değildi. Hoşgörüsüzlüktü. Zamanında verilen tepki cesaret gerektirir. Hava döndükten sonra, açılım ve Kürt sorununa dair hoşgörü devlet politikası olduktan sonra açıklama yapmak daha kolay. Hoşgörülü olmak için ‘doğru zamanı beklemek’ diye bir şey olmamalı. Sanatçı doğru bildiğini her zaman her koşulda dile getirmeli.



AFFEDER MiYDi



10 Şubat 1999 gecesi. Ahmet Kaya, Magazin Gazetecileri Derneği’nin halk oylarıyla belirlediği ‘Yılın Sanatçısı’ ödülünü almayı bekliyor. Sıra kendisine geldiğinde Ahmet Kaya, sahneye çıkıp, ödülünü alıyor. ‘Kafama Sıkar Giderim’ şarkısını söylemek için mikrofonu eline aldığında şöyle diyor: “Önümüzdeki günlerde yayımlayacağım albümde bir Kürtçe şarkı söyleyeceğim ve bu şarkıya bir klip çekeceğim. Aramızda bu klibi yayımlayacak yürekli televizyoncular olduğunu biliyorum, yayımlamazlarsa Türkiye halkıyla nasıl hesaplaşacaklarını bilmiyorum.”
Salonda derin bir sessizlik oluyor. Yükselen protesto seslerine rağmen şarkısını okuyor. Mikrofonu bıraktığında bazı masalardan ‘yuh’ sesleri yükseliyor. Ve Kaya’nın üzerine çatal bıçak yağmaya başlıyor. Masasına güçlükle varabilen Ahmet Kaya ve eşi Gülten Hanım’ın önünde birkaç garson ve sanatçı duvar örmeye çalışıyor. Durumu kurtarmak isteyen gecenin sunucuları, sıradaki şarkıcıyı sahneye davet ediyor, yani Serdar Ortaç’ı. Mifrofonu alan Ortaç, Sibel Can için yazdığı ‘Padişah’ adlı şarkının sözlerini değiştiriyor. “Bu devirde kimse sultan değil, hükümdar değil, padişah değil. Atatürk yolunda tüm Türkiye, bu vatan bizim, ellerin değil” şeklinde okuyor. Ardından 10. Yıl Marşı’nı söylemeye başlıyor. Sahneye çıkan Reha Muhtar, ‘Memleketim’i söylüyor. O geceden sonra çıkan haberlerde, Ahmet Kaya ‘vatan haini’ ilan ediliyor. Haziran 1999’da stüdyosunda Kürtçe şarkısını söyleyip kaydediyor ve o gecenin sabahında İstanbul’u terk ederek, Paris’e gidiyor. Eşi Gülten, kızı Melis’le birlikte...
Kaya, 16 Kasım 2000 sabahı Paris’teki evinde hayatını kaybediyor. Ertesi gün 30 binin üzerinde seveni ve şarkıları eşliğinde Paris’teki Père Lachaise’e defnediliyor.