Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

‘Yeryüzündeki Son Aşk’ filminden şu sonuçla çıkmak mümkün: “Dünyayı türlü felaketler kasıp kavursa bile, aşk öyle yüce bir duygudur ki, yine de ayakta kalacaktır...”

30’lu yaşlarında güzel, başarılı bir bilim kadını, Susan. Sadece güzel değil, akıllı, komik, karizmatik ve mesafeli. Görünüşe göre üst üste kalp kırıklıkları yaşamaktan bezmiş, aşktan umudu kesmiş. Michael ise bizim Issız Adam’ın ‘ıssız öküz’ versiyonu. Birlikte olduğu kadını gece uykusunda dürtüp “Sen artık eve gitsen, ben yatağımda biri varken uyuyamıyorum” diye kovuyor, öyle anlatayım. Üstelik onun gibi aşçı ve “Sana yemek pişireyim”ci.

Haberin Devamı

Bu iki farklı şekilde arızalanmış insan kaderin cilveleri sonucu tanışıyor, bu kez seviştikten sonra “Sen eve gitsen, yalnız kalmak istiyorum” diyen Susan olduğu için, kendisine nazik davranan kızları hırpalayan Michael ona tutulup kalıyor.

Gelgelelim tam aralarında tutkulu bir aşk doğmak üzereyken, dünyayı da bir felaket sarıyor. Kaynağı, sebebi, sonucu bilinmeyen bir salgın hastalık... Semptomları aynı, dünyanın dört bir yanında insanlar bir anda durup hüngür hüngür ağlamaya başlıyor, bu krizden koku alma duyularını yitirmiş olarak çıkıyorlar. Yeme içmenin hazzından, kokularda saklı binbir anıya, birçok şey eksiliyor yaşamlardan. Kimse lokantalara gitmek istemez oluyor, koku almazsan yediğinden de bir şey anlamıyorsun...

Sonra, her şeye alışan insan buna da adapte oluyor, daha keskin, daha tatlı, daha baharatlı yemeklere yönelip aşıyor krizi o an için. Fakat salgının sonu gelmiyor, bir bir tüm duyularını kaybediyor insanoğlu. Tat almayı, işitmeyi, görmeyi... Her birinde farklı tepkiler veriyorlar topluca. Tat almayı tümden yitirmeden önce dehşet verici bir oburluğa kapılıyorlar örneğin. Çantasındaki ruju, buzluktaki donmuş balığı, laboratuvardaki tavşanı alıp hırsla ısırmaya kalkışan insanlar... Filmin en etkili sahnelerinden biri bu. Bir başkasında öfke ve nefret nöbetleri geliyor, cam çerçeve iniyor, insanlar en sevdiklerine en nefret dolu cümleleri haykırıyorlar ellerinde olmadan. Duygu patlamaları ve duyu yitimleri birbirini izliyor.

Haberin Devamı

Haykıracak nefesim kalmasa bile...

‘Yeryüzündeki Son Aşk’ dendiğine bakmayın, İskoç yönetmen David Mackenzie’nin son filminin adı ‘The Perfect Sense’, yani ‘Mükemmel Duyu’. Güzelliğine hayran kalınası Eva Green ile Ewan McGregor başrollerde.

Yavaş yavaş eksilirken insan, aşk baki kalabiliyor mu, soru bu... Duyularını kaybeden insan aşkını koruyabiliyor mu?... Şu sonuçla çıkmak mümkün filmden: “Dünyayı türlü felaketler kasıp kavursa bile, aşk öyle yüce bir duygudur ki, yine de ayakta kalacaktır...” Hatta şarkıyla ifade etmek gerekirse, “Haykıracak nefesim kalmasa bile, ellerim uzanır olduğun yere... Gözlerim görmese ben bulurum yine... Kalbim durmuşsa inan, çarpar seninle.”

Ancak çağımız insanının aşkla ilişkisine dair karamsar -ya da gerçekçi mi demeli?- bir bakışa sahipseniz, bu iki insanın işte ancak bütün duyularını yitirip dünyanın geri kalanıyla ilişkilerini mecburen kesmiş olmaları halinde sonsuz aşkı yakalayabilecekleri sonucunu da çıkarabilirsiniz. Artık başka birini bulacak imkanları olmadığına göre, gözlerinin gerçekten başka kimseyi görmeyeceği, el ele diz dize geçirecekleri bir ömür onları bekliyor...

Haberin Devamı

Sadakati, tek eşliliği, ‘ölümsüz aşkı’ dinamitleyenin biraz da iletişim araçlarıyla, hele hele internetle iyice zenginleşen seçenek bolluğu olduğunu düşünürsek, artık aşkın gücü bu derece açılmış gözleri kör etmeye yetmiyorsa, nesli tükenmeye yüz tutan bu duyguyu kurtarmanın tek çözümü bu olabilir mi?