Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

BiR BAĞLANMA KORKUSU FiLMi DAHA



“Madem seks tenis oynamak gibi bir şey, bizim de hayatımızda kimse yok, neden tenis oynamıyoruz?”



Bu “Aramızda sadece seks olacak, aman ha bağlanmak yok, uyurken sarılmak yok, duygusallık yok vs vs” diye kontratlarla başlayan aşk hikayeleri kabak tadı vermedi mi artık? Altı ay içinde net hatırladığım en az üç tane daha var ki sonuncusu Natalie Portman’lıydı, evlere şenlik. Adı ‘Bağlanmak Yok’, karşısında genç irisi bir Ashton Kutcher, zaten insan bu çiftin birbirine bağlanması için hiçbir sebep göremiyor. Ve kurallarla başlayan yatak ilişkisi nasıl oluyorsa derin bir aşka evriliyor. Seyirciye de -el mecbur- inanmak düşüyor.
Bu hafta adeta bunun remake’iyle karşı karşıyayız: ‘Arkadaştan Öte’. Şansa bakın ki esas kız Jamie’yi ‘Siyah Kuğu’da Natalie Portman’ın kabusu olan Mila Kunis oynamakta. Kendisi parlak bir ‘head hunter’. Genç ve başarılı sanat yönetmeni Dylan’ı (Galiba artık müziği bırakıp kendini sinemaya veren Justin Timberlake) GQ dergisine transfer olup Los Angeles’tan New York’a taşınmaya ikna etmekle görevli. “Sen bir de bu şehri benim gözümle gör” deyip onu New York’un turistik olmayan köşelerinde dolaştırıyor. Bildiniz değil mi o sahneyi, hani binlercesini görmüştük...
Neticede tabii ki Dylan New York’a taşınıyor ve ikisi tez zamanda ‘kanka’ oluyorlar. Bir gece “Madem seks tenis oynamak gibi bir şey, bizim de hayatımızda kimse yok, neden tenis oynamıyoruz ki?” sorusu ortaya atılıyor ve kendilerini yatakta buluyorlar. Pardon, önce iç bayıcı bir şekilde Ipad’in ‘İncil application’ına el basıp öteye geçmeyeceklerine, arkadaşlıklarına halel getirmeyeceklerine dair ant içiyorlar, onu atlamayalım.
Sonrasını tahmin etmek güç değil, Hollywoodvari ‘mutlu son’. Ve fakat mesajı aldık biz gerçekten. Tamam, “Bu formül sökmez” diyorsunuz, “Aşktan korkmayın, korkunun ecele faydası yok, eninde sonunda bağlanacaksınız, kaçış yok” diyorsunuz, “Bakın acımayacak” diyorsunuz, “Yalnızlık Allah’a mahsus” diyorsunuz, anladık. Artık yeni bir romantik komedi şablonu çıksa, sıkıldık gerçekten...



“Bezgin”ler toplanıyor...

İlhan İrem sevenlerin başka bir durumu vardır, bir tür ‘müritlik’tir o. Kendisi onlara ‘sevecenler’ diyor. Vefalıdırlar, yıllarca bir şey yapmasa unutmaz, müziğini değiştirse yadırgamazlar. Ama özellikle bir bölümü için ‘Bezgin’ albümünün yeri başkadır. 1980 sonbaharıdır, İlhan İrem askerden dönmüştür ve ‘Olanlar Olmuş’tur. 4 Eylül’de Evrensel’de çıkan röportajında şöyle anlatmış o şarkının yazıldığı dönemi: “Erzincan’dan dönerken Uludağ’ın eteklerinde sisler içindeki Bursa’yı uzaktan gördüğümde, aracımı yolun kenarına çekip ‘Olanlar Olmuş’ adlı şarkımı yazmıştım. Bu şarkı bir milat oldu. 70’li yıllar boyunca 17 yaşından başlayarak ülkenin en parlak yıldızıyken, 1979’da gittiğim Anadolu’dan 1980’de döndüğümde kendimi koyu bir anlamsızlık içinde buldum. 80 darbesi Türkiye’yi bir daha geri gelmeyecek biçimde yamulttu. Bugünkü demokrasi ve açılım masalcılarının atası olan Özal’ın kılavuzluğunda, ülkenin içsel değerleri boşaltılmaya başlamış, yerine Arap-Amerikan orijinli yaşantılar demetiyle, sevgisiz, insansız, aptalca bir tüketim çılgınlığı gelmişti. Gördüklerim su yüzünde görünenden çok daha fazlaydı. Giderek düşünceye dönüşen duygulanımları aktarmaya salt yıldız olmak yetmeyecekti. İnsan kalmayı seçtim!”
Onu sevenlere de kendi aralarında toplanıp şarkılarını dinlemek düştü... Yarın akşam Kadıköy Sanat Evi’nde ‘Bezgin’ albümünün 30’uncu yılı kutlanacak. www.bulutsu.info adresinden bilgi alabilirsiniz.



Suda yanar!

Başka herhangi bir dilde, o dili konuşanların neredeyse tamamının yanlış kullandığı, yazdığı kalıplar var mıdır acaba? Ben -mesleki deformasyon diyelim- elimde sürekli bir kırmızı kalemle gezme ihtiyacı duyuyorum, düzelte düzelte. Kendime diyorum, “Kabul et artık, de’leri, ki’leri ayıramıyoruz biz, yok bir yolu...”
Sanal alemde, cep mesajlarında, afişlerde, billboard’larda, reklamlarda alıştım. Ama DVD kapağında, filmin adında ilk kez görüyorum, ne yalan söyleyeyim. Bakınız: ‘Suda Yanar’. Günlerdir dilimize dolandı: Ateşte yanmaz, karada yanmaz, suda yanar.
Şahane değil mi? Ali Özgentürk’ün filmi ‘Su da Yanar’, kendi firmasından, Asya Film’den çıkmış ve kapağa adı böyle yazılabilmiş, kocaman harflerle. Kimse yadırgamamış. İnternetten baktım, anladığım kadarıyla sonradan düzeltilerek yeniden basılmış ama ne fark eder ki... Bir kere bu yapılabilmiş ve ne yazık ki o artık bizim için ‘suda yanar’...