Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Hayvanların sadece ‘sahipleri’ için çalıştığı, çalışmakla kalsa iyi, onun için ve o istediği sürece nefes aldığı bir çiftlik... Ne koyunların postları kendilerine ait, ne tavukların yumurtaları... Ne de tabii domuzların canları... Mr. Jones’un paşa gönlü ne zaman isterse, o gün satırın ucunda kelleleri.
Bir gün karar veriyorlar, bu gidişe bir dur demeye. Bir araya gelince güçlü olduklarını görüyorlar. Mr. Jones’a falan pabuç bırakmayacaklarını... Ve yönetimi ele geçirip artık kendileri için çalışıp kendi yiyecekleri, her şeyi eşitçe paylaşacakları adil bir düzen kuruyorlar. Bir de hayvan anayasası yapıyorlar, bütün hayvanların eşit olduğunu söyleyen. İnsanlarla dost olmayacaklarını, onların yaptıklarını yapmayacaklarını...
Asla öldürmeyeceklerini...

Şahane bir masal ama...
Gök hepsinin, dereler, çayır çimen de... Değmeyin keyiflerine...
Şahane bir masal, değil mi? “Ve sonsuza dek mutlu yaşadılar” deyip huzurlu bir uykuya dalabiliriz. Ama bir de sonrası var ki, George Orwell bunu yazmış ‘Hayvan Çiftliği’ romanında. Peter Hall sahneye uyarlamış, Bakırköy Belediye Tiyatroları da Emrah Eren’in rejisiyle oynuyor.
Bu peri masalından nasıl uyanıldığını, “Peki kararları kim alacak?” diye diye bir ‘önder’ arayışına meydan veren hayvanların tepesine bu kez domuz Napolyon’un yumruğunun indiğini, o anayasanın bütün maddelerinin eğilip bükülüp kitabına nasıl uydurulduğunu, sonunda “Bütün hayvanlar eşittir, bazıları daha eşittir” noktasına gelindiğini izliyoruz. Karşı çıkanın başını eziyoruz, asıyoruz, kesiyoruz. Hep ama hep toplumun selameti için. Yani en az insanınki kadar dehşet verici bir düzeni domuzlar da kurabiliyor çok şükür. E hani değişecekti her şey? Yumruğun
sahibi değişti ya!
Bakırköy Belediye Tiyatrosu’nun genç ve dinamik kadrosu müthiş bir performansla götürüyor oyunu iki saat. Oynadıkları hayvanın vücut dilini de şahane giyinerek. Hepsinin adını anmaya yerim yok ne yazık ki; ‘Napolyon’da Alican Yücesoy’u, ‘Snowball’da Ali Aziz Çölok’u, ‘Squelar’da Cihan İnan Bekar’ı, ‘Clover’da Esra Ruşan Kızılgök’ü ve de bayıldığım şair domuz ‘Minimus’da Gözde Ayar’ı izliyoruz. Kayıttan dinliyormuşsunuz gibi iyi çalan bir orkestra var; müzik direktörleri Kıymet Berrak ve Çağlayan Çetin. Barış Dinçel’in ranzalarla yaptığı her zamanki gibi yaratıcı ve işlevsel dekoru, çiftliği aynı zamanda getto olarak algılamamızı sağlıyor. Sadık Kızılağaç’ın hayvanlarla işçi sınıfını aynı anda temsil eden kostümleri gibi...
Yönetmen oyuna anlatıcı olarak hastanede tekerlekli sandalyede bir Orwell dahil etmeyi tercih etmiş. Levent Tülek’in oynadığı O.’nun metinleri yazarın başka eserlerinden alıntılanmış. Yalnız aynı zamanda oyunu epey uzatan bu bölümler seyri güçleştiriyor, oyunun dinamizmine sekte vuruyor.
Bence ‘Hayvan Çiftliği’nin kendi başına
epeyce söyleyecek sözü var, böylesi fazla ‘yükleme’ olmuş. Bunun dışında sözünü seyirciye gayet net ve sıkmadan ileten, iyi oynanan ve çağımızı da ziyadesiyle anlatan bir oyun ‘Hayvan Çiftliği’.
Zamanında Sovyet Rusya’da Stalin dönemini anlatmak için yazılmış. Ama siz deyin Hitler Almanya’sı, ben diyeyim Mussolini İtalya’sı. Daha yakına gelmeyin, neme lazım...

Haberin Devamı

Dylan’dan Sinatra şarkıları

Haberin Devamı

Bugün kendinize bir iyilik yapın, Bob Dylan’ın yeni albümü ‘Shadows in the Night’ı alın. Ben ilk duyduğumda “Dylan babalar gibi şarkı yazarı, niye Sinatra şarkıları söylesin efendim” demiştim.
Hiç de öyle değilmiş. Sinatra’dan dinlediğimiz bu şarkıların; ‘Full Moon and Empty Arms’ın, ‘I’m a Fool to Want You’nun, ‘Autumn Leaves’in Dylan’ın puslu sesiyle söylenesi varmış.
Bir şarkıyı iyi yorumlamanın bilmem kaç oktav ses değil öncelikle ruh gerektirdiğinin kanıtı olmuş Sony Müzik’en çıkan bu albüm. Çok da güzel bir sürpriz olmuş. Ama 73 yaşındaki Bob Dylan’dan acil yeni şarkılar beklentimiz de baki...