Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Bir Coca Cola tutkunu olmadığımdan belki, ‘Zero’nun piyasaya çıkışına pek anlam verememiştim. Bana göre Coca Cola Light ile tatları arasında pek bir fark yoktu, e kalorileri hemen hemen aynıydı. Bu yeni ürün neyin nesiydi?
“Erkekler light cola’yı feminen bulduğu için” bu ‘erkeksi’ içeceğin üretildiği iddialarının abuk bir reklam stratejisinden ibaret olduğunu düşünmüştüm. Belki hiçbir insanoğlunun sıvıları ‘erkeksi’, ‘kadınsı’ diye ayırabileceğine ihtimal vermediğimden.
Zaman zaman “Hakkımda beyaz şarap içiyor dedirtemezsiniz” gibi, “erkek adam, hele hele balon bardakta kırmızı şarap içer mi?” gibi cümleler duyduğum oldu elbette ama bunların latife olduğunu düşündüm hep. 

Kül rengi ‘Aşk’
Ne zaman ki Elif Şafak’ın pembe kapaklı kitabı erkeklerin şikâyetleri üzerine griye döndü, o zaman aydım, mesele ciddi. Kaçırmış olanlar için mevzuyu hatırlayalım, Elif Şafak’ın pembe kapaklı “Aşk” kitabını okumak isteyip eline yakıştıramadığı için alamayan erkekler varmış.
Bunlar yazara ve yayınevine başvurup mağduriyetlerini dile getirmiş olmalılar ki sonunda erkekler de “Aşk”tan mahrum kalmasın diye bir çözüm düşünülmüş: Kül rengi kapaklı bir özel baskı.
Beyler “Ben pembe kitap taşımaktan rahatsız oldum da” anlamına gelen gri kapakla rahat rahat dolaşabilecekler mi, bilemiyorum. Bana sorarsanız asıl bu ‘delikanlıyı bozacak’ bir tavır ama tabii kendileri bilirler. Beni burada asıl ilgilendiren, kundağa iğnelenen kurdelenin, sadece giyimi kuşamı değil yeme içme, okuma alışkanlıklarını da belirlemeye kalkması. 

Aşk da feminen
“Ben aşka dair bir roman okumam” diyeni tabii anlarım, ama “Bu kitabı okumak istiyorum ama pembe kapaklı diye alamıyorum, zira pembe kız rengi” biraz acayip değil mi?
‘Delikanlı’ tercihlerini böyle saçma sapan kriterlere göre belirleyen kişi midir? Şu ‘kız filmi’, bu ‘feminen bir şarkı’, ‘karı gibi gülme’, ‘erkek adam ağlar mı?’ diye diye dünyalarını pek daralttıklarının farkında mı delikanlılar?
Sonunda geldiğimiz noktaya bakın zaten: Beyler, ‘aşk’ da kadınsı bir duygu. Pembeye de bürünse, griler de giyse delikanlıyı bozar, aman uzak durunuz...


Çocukluğumuz bitti

Delikanlıyı neler bozar
Okul bahçesinde ‘melekçilik’ oynayan bir kuşağın mensubuyum ben. “Sen Jill ol, ben Kelly, o da Sabrina” şeklinde rol dağılımı yapılır, hayali Charlie’lerden zorlu görevler alınıp maceralara atılınır.
Tekerlemelerimiz bile vardı “Charlie’nin melekleri, kısa kısa etekleri” diye... Yalnız 29 bölüm oynadı Farrah Fawcett “Charlie’nin Melekleri”nde. Ama hayatının geri kalanını Ryan O’Neill ile yaşadığı “Aşk Hikayesi” ve pek ses getirmeyen filmlerle geçirmiş olsa da dizinin en unutulmaz meleği olarak kaldı.
Ve hayatının aşkıyla evleneceği haberlerinin üzerinden bir hafta bile geçmeden, 25 Haziran 2009’da uçup gitti bu dünyadan. 

Lanetli tarih
Gelgelelim o tarih aynı kuşağa hayli okkalı bir darbe daha vurdu, ‘Meleğin göçünü’ da unutturdu maalesef. Hiç ölmez sandıklarımızdan, çok bize ait bir stardı Michael Jackson. Annelerimizin Elvis Presley’i vardı, bizim Jacko’muz.
Benim, kendi kendime keşfettiğim, duvarlarıma posterlerini astığım, üstüme başıma rozetlerini iliştirdiğim ilk ve tek isimdi. John Landis’in çektiği “Thriller” izleye izleye bozduğum başucu eserimdi. Onun ‘ay yürüyüşü’nü taklit etmek bir numaralı popülarite sebebiydi aramızda. “Billie Jean”i, “Beat It”i, “Libarian Girl”ü, “Dirty Diana”yı, “Bad”i ve daha nicelerini çok sevdik...
Ne fena ki biz ona bayıldıkça onun kendisiyle derdi bitmedi. Nicedir bakmaya içimin elvermediği bir yüzü vardı Michael Jackson’ın artık. O ışıltılı gülüşünden de, boncuk boncuk kara gözlerinden de eser yoktu.
Küçücük yaşında, beş kardeş arasında hemen fark edilen star ışığı kalmıştı bir tek. Onu da aldı gitti. Mehmet Tez’in Milliyet Pazar ekinde yazdığı gibi “20. yüzyıl asıl şimdi bitti.”