Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

“Sev Beni” bugün sinemalarda. Film, evlenmekten ziyade “evlendirilmek” üzere olan bir gencin amcası ve arkadaşları tarafından son bir çapkınlık için Kiev’e götürülüşüyle başlıyor...

Duygusal Türk erkeğinin Kiev macerası

Daha önce yazmıştım, Altın Portakal Ulusal Yarışması’nda bu yıl büyük ölçüde aksayan filmler izlediğimizi... Festivalin ilk galası “Sev Beni”yi ise özellikle merak ediyordum, çünkü sinema yazarlarından kırık notlar alan filmle ilgili epey iyi izleyici yorumları duymuştum. “Kara Köpekler Havlarken”in yönetmeni Mehmet Bahadır Er ve birkaç yıl önce birlikte Ali Taran’ın senaryosundan “No Ofsayt”ı çektiği Maryna Er Gorbach’ın yönettiği “Sev Beni” bugün sinemalarda.
Film, evlenmekten ziyade “evlendirilmek” üzere olan bir gencin amcası ve arkadaşları tarafından son bir çapkınlık için Kiev’e götürülüşüyle başlıyor. Aslında son derken lafın gelişi, Kiev’e kalkan otobüsteki Türk erkeklerinden konuya hakimiyetinden de anlaşılacağı gibi bu ne ilk ne de son sefer, evli-bekar fark etmiyor. O otobüs sahnesindeki berbat ve karikatürize edildiğini umduğum maço erkek muhabbetine katlanabilirseniz asıl konuya geleceğiz.
Çünkü neticede bu bir aşk hikayesi ve bizim delikanlı, ki adı Cemal (Ushan Çakır), duygusal, biraz da utangaç bir tip. Güven Kıraç’ın oynadığı amcaya karşı koyamıyor, yola düşüyor ama pek de mutlu görünmüyor durumdan. Nitekim gittikleri kulüpte de ilk gördüğü beyaz kürklü kıza kapılıp kalıyor.

Maceranın içine düşüyorlar
Bu kızımız, ki onun da adı Sasha (Viktoria Spesivtzeva), doğum gününde evde mum ışığında sevgilisini beklemekte... Ve gele gele bir “Karım yanımda, sonra ararım” mesajı geliyor. Sasha da kendini atıyor bara ve Cemal’i takıyor peşine. Bunun onda bir alışkanlık olduğunu anlıyoruz, çünkü bara girip “Yabancı var mı?” diye soruyor.
Ama gece hayal ettikleri gibi gelişmiyor, Sasha’nın annesi çıkageliyor, alzheimer’li anneanne bakımevinden kaçmış, hep beraber düşüyorlar onun peşine. Cemal ile Sasha’nın tek bir ortak kelimeleri yok, birbirlerini asla anlamadan bir maceranın içine düşüyorlar beraber. Ve sabaha da aralarında nasıl olduğunu bilemediğimiz bir duygusal yakınlaşma peydah oluyor. Anlam verilecek bir yakınlaşma değil, çünkü onlar birbirini anlamadığı gibi biz de onları hiç anlamıyoruz. Derken bir de bakıyoruz ki Cemal gemileri yakıp İstanbul’a dönmekten vazgeçecek kadar aşık oluvermiş. Halbuki Yavuz Bingöl’ün oynadığı Türk dönerci uyarmıştı da onu, ‘bunlardan’ birine aşık olup yerini yurdunu terk edip geldiğini, ama işte kadir kıymet bilmez, ille parayı sever Ukraynalı kızın parası bitince onu nasıl terk edip gittiğini anlatmıştı... Ama nafile...
Ushan Çakır iyi oyuncu, filmin de en önemli artısı. Onun dışında bir takım karlı kartpostal manzaraları içinde pek de ikna olmadığımız bir aşk hikayesi izliyoruz hep beraber.
Ve neticede de Kiev’e seks turunu düzenleyen Vural Turizm yetkilisinin söylediği noktaya geliyoruz: Bu kadınlar ikiye ayrılıyor, bir bölümü fahişe, onlarla alışverişin net. Diğerleri romantizm istiyor, güzel söz istiyor gibi görünüyor ama yine sonuç değişmiyor. Eninde sonunda bu kızlar annelerinin de yönlendirmesiyle aşkı değil, parayı seçiyorlar. Türk dönercinin vefasız sevgilisinin de, zorda kalınca Sasha’nın da yaptığı gibi... Kalıyor mu sana geride kalbi kırık, boynu bükük bir Türk erkeği...