Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Tam 39 yıldır aynı yastığa baş koyan bir çift... Bugün “İki insanı 40 yıl bir arada tutan ne olabilir?” diye sorulsa akıllara ilk gelecek şeylerin çoğu yok onlarda: Uğruna evliliklerini sürdürmek zorunda oldukları çocukları yok, bir sosyal statüden, yürütülmesi gereken aile bağlarından söz edemeyiz...
Kimse kimseye ekonomik olarak bağımlı da değil. Özetle sadece birbirlerine olan sevgileri var. Nokta.
Zaten onları ‘sıra dışı’ yapan da bu. 40 yıl birbirlerini sevdikten, iyi kötü her şeyi paylaştıktan, güçlükleri beraber aştıktan sonra evlenmeye karar veren iki erkek olmaları değil. ‘Ben’le ‘George’un ‘Love is Strange/Aşk Başkadır’da anlatılan ilişkisini etkileyici, dokunaklı ve ilham verici kılan, tam olarak bu iki insanın hiçbir çıkara bağlı olmayan, saf aşkı.

Kendi hayatından esinlenmiş
‘Ben’ 71 yaşında bir ressam, ‘George’ ondan 10 yaş kadar genç bir müzik öğretmeni. Evlilik yasasındaki bir değişiklikten yararlanıp beraberliklerinin 39’uncu yılında nikahlanmaya kalkıyorlar ve hayatları tepetaklak oluyor.
Zira o kadar yıldır ‘George’un ‘Ben’le beraber olduğunu gayet iyi bilen katolik okulu, ‘evli barklı’ bir eşcinsel öğretmene hazır olmadığı için onu kapının önüne koyuyor.
Maddi sıkıntılar nedeniyle evlerini satmak zorunda kalınca ikinci bir iki yüzlülükle daha karşı karşıya kalıyorlar:
O düğün günlerinde ‘Ben’le ‘George’u ‘evliliklerinin ilham kaynağı’ olarak kutsayıp hayranlık duyan akrabalarının geçici bir misafirlik için bile onları ağırlamaya tahammülü yokmuş meğer.
Amerikalı yönetmen Ira Sachs, biraz amcasıyla 45 yıllık heykeltraş partnerinden, biraz kendi hayatından esinlenmiş bu film için yola çıkarken.
Çünkü kendisi de 10 yıla yakındır birlikte olduğu ressam sevgilisi Boris Torres ile birkaç yıl önce evlenmiş, ikiz çocuklarını anneleriyle birlikte büyütüyorlar.
Ve filmdeki gibi kan bağı olanlardan daha çok hayrını gördükleri koca bir komünal aileleri var, hatta alt kattaki eşcinsel polis çift bile Boris’in komşula- rından esinlenme.

Anlattığı az şey değil
Nasıl tanımlamalı ‘Aşk Başkadır’ı? Hani biz ha bire çocuklarımızı ve Türk aile yapısını korumaya çalışıyoruz ya, filmlerden, dizilerden. Bana sorarsanız gerçek bir ‘aile filmi’. Kuşaklar arası çatışmalarıyla, karı - koca ilişkilerindeki kopukluklarıyla, evin asosyal ergen oğlunun odasını paylaşmak zorunda kaldığı amcaya karşı edepsizliğiyle, o amcanın sessiz olgunluğuyla ve çocuğun sonunda yaşadığı dönüşümle gerçek ‘aile’nin ne olduğunu düşündüren bir film.
Hiçbir şey yapmasa, ailenin aslında mecburiyetler değil, sevgi üzerine kurulu bir şey olduğunu gösterir, halden anlamayı, başkalarının hayatına saygıyı öğretir ki bu da az şey değidir.

İki adamın aşk hikayesi
Çok da romantik ayrıca. Her şey bir yana, 40 yıldan sonra birbirlerine sarılmadan uyumaya katlanamayan bir çift bile birçok ‘yeni yetme aşk’ filminin yapamadığı etkiyi bırakıyor insanda.
Sinema genç ve güzel insan peşinde koşarken bunu ıskalıyor bence. Bazı duyguların demlenmesi, tadını bulması için yıllar gerekiyor.
Evet, o zaman 70 yaşında göbekli, saçları dökülmüş iki adamın aşk hikayesi de izlenmeye değer olabiliyor.
Bu arada iki dev oyuncu; Alfred Molina ile John Lithgow nasıl hoş bir çift olmuşlar. John’un çekilmez yeğeni olarak Marisa Tomei de nasıl başarılı.
Bizim o yaş grubu, olgun, kerli ferli oyuncularımızı (en azından çoğunu) böyle bir hikayede hayal bile
edememek de ne acı.
Biz hâlâ “Olmaz ya, bir gün gerekirse eşcinsel oynar mısınız?” noktasındayız değil mi?