Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Tahtalara vurup ödüm patlayarak, ‘şeytan kulağına kurşun’ atarak soruyorum bu soruyu... Doğasına, havasına, suyuna hiç acımayan insanın yok ediciliğinden korkarak

Bodrum’un bozulmamakta direnen balıkçı köyü Gümüşlük’e ‘ünlü akını’ günden güne artıyor. Buna paralel olarak da fiyatlar... Elbette ki hizmet kalitesi filan değil, sadece fiyatlar. Geliyorsunuz, meşhurlarla aynı havayı soluyorsunuz, tabii ki bir servet ödeyeceksiniz, karşılığında başka ne isteyebilirsiniz ki? Nitekim, bu yıl gördüm ki, Cihangir’de olduğu gibi ya da Türkbükü’nde, veya Alaçatı’da, Gümüşlük esnafı da, zaten kısa olan sezonda minimum hizmeti maksimum fiyata sunmayı öğrenmiş durumda. Herhangi bir balık lokantasından, özellikle de çarşı içinde sıralananlardan adam başı 150’den aşağı çıkma ihtimaliniz yok. Istakoz yiyerek filan değil, mütevazı bir mönüden söz ediyorum.

Kumsal boyunca sıralanan mekanlardan birindeyseniz, biraz daha makul paralar ödemeniz mümkün ama bu kez de muhtemelen garson arkadaşlar tarafından da hırpalanacaksınız. Çünkü yaygın olan gündüz ‘beach’, gece restoran sistemi, sabahın köründen gece yarısına kadar üç kuruşa çalıştırılıp hayatından bezdirilen, doğal olarak da orada tatil yapanlardan nefret eden insanlar anlamına geliyor. Ben kendi adıma birkaç kez paylandım.

Fakat Gümüşlük’ün önlenemeyen yükselişinin asıl en vahim ve kalıcı sonucu, taşlı ve yosunlu olmasına karşın temiz olan denizinden yükselmeye başlayan pis koku. Sahilde bir tane asırlanıp solmuş mavi bayrak tabelası var, plajın temiz olduğunun delili olarak, bence şimdi ölçüm yapılsa mümkün değil onu alması. Zaten göz ve burun her şeyi söylüyor.

İnsanın çoluk çocuk girdiği denize pisliğini bırakabileceğine inanmak ne kadar imkansızsa, o kokuyu duymamak da bir o kadar zor. Ev ve mekan sahiplerinin daha insaflı olduğunu, en azından kendi geleceğini yok edecek kadar akılsız olmadığını varsayarsak, herhalde bu lağım kokusunun bir numaralı müsebbibi de koyu dolduran yatlar. Evet, hayatınızın bir kısmını suda geçirmek için tekne edinecek kadar tutkunsunuz denize, ama onu b.k çukuruna dönüştürmekte beis görmüyorsunuz. Durum bu.

Nasıl olsa orayı da Türkbükü’ne benzettiğiniz gün, başka bir temiz koya çevirebilirsiniz rotanızı. Ta ki hepsini tüketene kadar.

Haberin Devamı

Gümüşlük, Türkbükü olur mu

Haberin Devamı

Benden söz etmeniz için ne yapabilirim?

Bundan yeri gelen her anda şikayet ediyorum, ama durum gittikçe beter olduğundan tekrar edeceğim: Bu medyayı saran “Ne kadar konuşulursan o kadar iyisin” kuralı başımıza iş açacak. Açıyor da zaten. Yazarlar, gazeteciler, eskiden işi haber yapmak, bilgi vermek olan insanlar “Nasıl bir tuhaflık yapayım da millet benden konuşsun?”un peşine düştü. Terbiye sınırlarını zorlayayım, saçmalayayım, ona buna sataşayım, komik durumlara düşeyim, yeter ki adımı Twitter’ın TT listesinde göreyim. Yani insanlar bana sövse de adım geçsin, konuşulayım, konuşulayım, konuşulayım...

Bu nasıl bir tutkudur anlamam mümkün değil ama ‘nasıl önlenebilir’e dair bir fikrim var: Konuşmayarak. Bazı şeyleri ancak talep etmeyerek önleyebiliriz. Eğer söylenen en acayip sözleri alıp, onlara öfkelenip, sosyal paylaşım sitelerinde yaygınlaştırmaya, böylece kıyıda köşede kalıp belki de fark edilmeyecek ‘fikirimsileri’ bile daha çok insanın okumasını sağlamaya devam edersek bu furyanın sonu gelmeyecek. Bizim de dönmesinde önemli pay sahibi olduğumuz bu çarkı eleştirmeye hiç hakkımız olmayacak...