Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Gazeteci olmak isterken kendimi bulduğum İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde biraz söylene söylene okududuğum bir sır değil. Benim için okulu sevilir kılan bir şey vardı, İktisat Sahnesi.
Oturup tiyatro tarihi okuduğumuz, sanat akımlarını tartıştığımız, Brecht’ler, Mayakovski’ler, Ionesco’lar oynadığımız bir okul içinde okuldu orası. Ve o ‘okul’un bir hocası, hatta hatta bir annesi vardı: Türkel Minibaş.
Yaptığımız işleri destekler, oyunlarımızı o şahane gülen gözleriyle en ön sıradan izler, bizimle gurur duyardı.

Türkel Hoca ve kahkahaları

Hocam
Fakültemizi de, hocalarımızı da kıyasıya eleştirdiğimiz bir oyun yazıp sahnelemiştik “Karınca Kararınca” diye, ilk oynayışımızda Türkel hocanın kahkahalarının bizi nasıl rahatlattığını hiç unutamam. “Doğru bir iş yapıyoruz” demiştik.
Ondan dinlediğim “Para Teorisi” derslerini bile unutamam. Öyle bir anlatırdı ki, dinlememek, öğrenmemek mümkün değildi. Başka bölümlerden öğrenciler gelir doldururdu anfiyi, sırf Türkel Hoca’nın dersi için.
Onu en son hastalığı ortaya çıkmadan çok kısa süre önce gördüm. Bir gece vakti Cihangir’de oturup kısacık sohbet etmiştik. O yarım saatte gene bir dizi hayat dersi verdi gitti.

Her şeyden önce...
Karanlık sokakta ayrılırken ettiği son cümleler bugün gibi aklımda. “Kendine güven” dedi, “Gençsin, güçlüsün...” Bir an durakladı ve ekledi: “Her şeyden önce hocan benim.”
Türkel Hoca muhteşem gülüşünü, güzelim gözlerini alıp çok erken gitti. Ama o kadar çok öğrenci bıraktı ki arkasında. Onlara sorgulamayı, hayata başka bir gözle bakmayı öğretti giderken...
Cesur olmalı, kendimize güvenmeliydik. Güç, içimizdeydi. Ve her şeyden önce hocamız Türkel Minibaş’tı.



“Merhaba, ben Derya Baykal”
Cep telefonum çaldı geçen gün, baktım tuhaf bir numara. “Kesin bir banka filandır” diye açtım, son derece enerjik bir ses, “Merhaba, ben Derya Baykal” diye söze girdi. Hoppala! Tam “Merhaba” demeye hazırlanıyordum ki, aynı coşkuyla devam etti, “Sizinle bir sırrımı paylaşmak istiyorum.”
Yüzümde nasıl bir hayret oluştuysa artık, karşımdaki arkadaşım soru işaretiyle bakıyor: “Derya Baykal arıyor...” dedim. Bu arada telefondaki ses, o çocukluğumuzun sevgili Derya Abla’sının sesi; müthiş bir süratle bir şeyler anlatıyor.
“Çamaşırlarımda” diyor, “Profesyonellerinki kadar mükemmel sonuç alıyorum.” Eee? Hayır, çok sevindim de, benden ne istiyor olabilir? Sabredince anlıyorum, paylaşmak istediği sır buymuş.

İndirim için 1 tuşuna...
İyi de, benim profesyonel çamaşırcı olmak gibi bir idealim olduğunu nereden çıkardınız ki cep telefonumdan arayıp beni böyle bir konuşmaya maruz bırakıyorsunuz, değil mi?
Neticede ortaya çıkıyor ki reklam olayının inanılmaz bir boyutu ile karşı karşıyayız. Filanca marketten falanca çamaşır tozunu 3 YTL’lik indirimle almak istiyorsam 1 tuşuna basmam gerekiyor. Derya Baykal’ın şahane önerisini tekrar dinlemek istiyorsam 2’ye.
Bense gerçekten pes demek istiyorum. Evde süt ısıtırken birden Derya Baykal kapıyı açıp “Ne yapıyorsun bakayım? O süt bakterilerle dolu” diyecek diye endişeleniyorduk zaten, şimdi bir de ya telefon edip çamaşır, bulaşık, ütü, biçki dikiş gibi konulardaki sırlarını paylaşmaya devam ederse diye düşüneceğiz anlaşılan.


Ah Mazi...
Şahane bir radyo programına rastladım geçen akşam. Adı “Ah! Mazi”. Aslında daha evvel methini duymuştum, “Radyo Odtü’de böyle bir program var” diye. Şimdi Pal FM’e (99.2) transfer olmuş anlaşılan.
Eski plaklardan çıtır çıtır şarkılar çalıyorlar, arada gayet nostaljik bir tonla anonslar yapıyorlar, “Hicran Rüzgârı” diye inanılmaz matrak bir radyo tiyatroları var.
Bir Eurovision belgeseline denk geldim sonra, ayrıca “Ah Doksanlar” diye bir belgesel dizileri daha varmış, arada eski şarkıcıların canlı performans kayıtlarını yayınlıyorlar, cover parçaları eleştiriyorlar.
Velhasıl, şarkıları peşpeşe dizmenin radyoculuk sayıldığı bir dönemde müthiş bir emeğin ürünü, çok başarılı bir program Hakan ile Elhan’ın hazırladığı “Ah Mazi”. Pazar akşamları 19.00 - 21.00 arasında. Yakalamaya çalışın derim.