Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Kurt ve vampire güvenilir, insana asla


Edward ve Bella serinin üçüncü filminde hala sevişebilmiş değil.


Çok izlenen 'Alacakaranlık' serisinini üçüncü filmi 'Tutulma', tüm dünyayla aynı anda Türkiye sinemalarında. Haftanın ortasında, çarşamba günü vizyona giren filmde, vampirlerle kurt adamlar iş birliğine gidiyor



İlk bölümünü dünyanın en eski konusunu, 'imkansız aşk'ı hem bu çağın diliyle, hem de 'nostaljik' tatlar içererek anlatan, görselliği de çok güçlü bir film olduğu için etkilenerek izlemiştik. Vampir çocukla insan kızın aşkı, her kesimden izleyicinin, 'romantik vampir' Edward (Robert Pattinson) da her yaştan kadının gönlüne yerleşti, 'Alacakaranlık' serisinin diğer filmleri merakla beklenir oldu.
İkincisi, 'Yeni Ay', aşıkların fiziksel olarak ayrı kaldığı ama birbirlerini unutmadığı, ayrı ayrı sararıp solduğu bir bölümdü. Bir de esas kız Bella'ya (Kristen Stewart) aşık 'kurt çocuğumuz’ vardı, Jakob (Bu rol için deli gibi vücut çalışıp kas yapan Taylor Lautner), o da kendini habire Bella uğruna tehlikelere atıyordu. Anlamıştık ki bu çağda artık aşk insan işi değildi, umudumuz kurtta, kuşta, vampirdeydi.

Haberin Devamı

Aynı uçmalar, kaçmalar...
Son bıraktığımız noktada, artık aşıklarımız ayrılmamaya karar vermiş, Bella okuldan mezun olup sevgilisinin türüne dönüşeceği günü sabırsızlıkla bekler olmuştu. Nitekim, serinin üçüncü filmi, yönetmenliğini David Slade'in yaptığı 'Tutulma', hikayeyi buradan devralarak ve ne yazık ki gitgide kabak tadı vererek anlatıyor.
Zira, bu aşk hikayesini izlenmeye değer kılan bütün özelliklere hakimiz artık. Giderek daha az sürpriz çıkıyor karşımıza. Biliyoruz ki Cullen'lar kendilerini eğitmiş iyi vampirler, düşmanlarımız üç aşağı beş yukarı belli. Görsel efektler de olağanüstülüğünü yitirdi tabii.
Üçüncü filmde, yeni bir düşmanımız var: Seattle'da bir dizi tuhaf cinayet işlenmeye, insanlar kaybolmaya başlıyor. Bakıyoruz ki, esrarengiz birileri bir tür 'yeni doğan vampirler ordusu' oluşturma peşinde. Neden? Çünkü vampirlerin en güçlü, tehlikeli ve de kontrolsüz oldukları dönem, ilk günleriymiş, önlerine geleni parçalamak isterlermiş.
Zihin okuyan Cullen'lar bu ordunun hedefinde Bella olduğunu keşfediyorlar ve onu korumak için, normalde ezeli düşman olan vampirlerle kurt adamlar işbirliği yapıyor. Tabii bu iki safın da başında Bella'ya aşık iki genç adam var: Edward ile Jacob. Görüyor musunuz, aşk nelere kadir, iki rakip genç, sevdikleri kızın selameti için elele veriyorlar.
Filmin herhalde en ve hatta tek enteresan noktası bu işbirliği olsa gerek. Bunun dışında aynı uçmalar, kaçmalar, kafa kol koparmalar... Tuz buz olan vampirler... Ve kazanan iyiler...

Haberin Devamı

'Evlenmeden olmaz'
Aşk cephesine gelince, Edward ile Bella hala sevişebilmiş değiller. Sebebi, vampirimizin aynı zamanda 'eski kafalı' bir adam olması. Bakmıyoruz onun böyle genç görünmesine, malum o çok eski çağlardan beri yaşıyor ve "Benim zamanımda olsaydı, sana kur yapardım, refakatçi eşliğinde yürüyüşe çıkar, verandada çay içerdik, sonra da önünde diz çöküp bu yüzüğü uzatırdım..." diye lafa girip 'evlenmeden olmaz' diyor özetle. İşte, zamane kadınlarının kalbini çalan romantik vampirin sırrı bu...
Bu aşkın tadını en çok kaçıran ise, Bella'nın bu sefer açıkça iki adam arasında kalması. Tam biz bu aşkın ölümsüzlüğüne inanmışken, kızımız tutup ‘Onu da seviyorum, onu da’ noktasına gelebiliyor. Üstelik kurt adam da vampir de onu anlayışla karşılıyorlar, sevgilerinden bir şey eksilmiyor.
Her biri kendi meşrebince ona sonsuz aşk ve mutluluk vaat ediyor, icabında canını tehlikeye atıyor... Ama işte insanoğlu çiğ süt emmiş, kız 'ikisini de seviyor'... Buyrun bakalım... Geldiğimiz nokta aynı: Ne varsa vampirlerde, bir de kurt adamlarda... Gerisi fos.


Müzik sokağa çıksın!
Pazar akşamı Taksim çok şenlikliydi sahiden. Saat 21.00 sularında Nike Halı Saha Ligi'nin final kutlaması başladı. Ceza'nın sesi bütün meydanda çınlamaya başladı "Plaka yerli" diye The Marmara Oteli'nin önü, Kitchenette, Starbucks toptan sallanmaya başladı. Çoğu turistti Ceza eşliğinde dans edenlerin ve "Hele de yeni gelmişlerse" dedim, "Kim bilir ne neşeli bir ülke olduğumuzu düşünüyorlardır..."
Gecenin ilerleyen saatlerinde bu kez Sonisphere dağıldı İnönü Stadyumu'ndan. Taksim - Beyoğlu, onda dokuzu 'Metallica' tişörtlü bir kalabalıkla doldu. Gene son derece hareketli, genç, az önce kurtlarını fazlasıyla dökmüş, şimdi mutlu yüzlerle evlere dönen bir kitle.
Müziğin bu sokağa çıkan haline bayılıyorum sahiden. Genel olarak endişeli, öfkeli, huzursuz yüzlerle dolu sokaklarımıza biraz olsun neşe geliyor.
Bu yüzden, bu hafta başlayacak İstanbul Caz Festivali'nin beni en çok heyecanlandıran programı ne Tony Bennet, ne Seal, ne Imogen Heap. Tabii ki bunların hepsi de, ama esas 'Caz Kenti Sokak Konserleri' bölümünü şahane buluyorum. Bu yıl, New Orleans'dan The Panorama Jazz Band, İstanbul'un çeşitli semtlerinin sokaklarına götürecek müziği. Bir kenti festival alanına dönüştürecek bundan daha iyi bir fikir düşünemiyorum... Bize o kadar lazım ki...