Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Bir salon dolusu insan, yüzümüzde aynı “Hayat şahane bir şey değil mi?” gülümsemesiyle çıkıyoruz oyundan. Bir saat 15 dakika gibi bir süre boyunca kahkahalarla gülmüşüz, arada gözlerimiz yaşarsa da çok mutlu olmuşuz, basbayağı yaşadığımızı hissetmiş -hatırlamışız çünkü.
Dot’un yeni perde açan ‘İki Kişilik Yaz’ı, bütün bunlara kadir olan oyun.
David Greig-Gordon McIntyre imzalı şahane bir metin, yönetmen Serkan Salihoğlu’nun dinamik, canlı yorumu ve birbirlerini avuçlarının içi gibi bildikleri son derece belli olan, inanılmaz bir uyumla oyunun her saniyesini bir şölene çeviren zımba gibi iki oyuncu: Gizem Erdem ile Tuğrul Tülek...
‘İki Kişilik Yaz’, yağmurlu bir hafta sonunda Edinburgh’da bir barda yolları kesişen bir kadınla bir erkeğin hikayesini anlatıyor: Helena ve Bob...

GARİP BİR KİMYA…
Helena, 35 yaşında, bekar, boşanma avukatı.
Kendine bile söyleyemediği bir sırrı var ve yalnız olmak istemiyor o gece. Yalnız kalırsa düşünecek, düşünmek istemiyor. Gidecek ve şarap evinde “Bu gece benimle sarhoş olmak ister misin?” diyeceği bir yabancıyla tanışacak; Bob’la...
Bob 35 yaşında, boşanmış, yasadışı işler çeviriyor, her hücresinden negatif enerji fışkırıyor, gece barda neşelenmek için Dostoyevski’nin ‘Yeraltından Notlar’ını okuyor, siz düşünün artık.
Ne hayatta, ne de bir oyunda ‘doğru çift’ diyemeyeceğimiz bu iki insan, dönmekte oldukları keskin orta yaş virajında birbirine toslayınca, ortaya garip bir kimya çıkıyor.
Normalde o geceyi birlikte geçirip bir daha birbirlerini görmemeleri gerekirdi ama tahmin edileceği gibi öyle olmuyor. Bir şekilde hayat onları ikinci kez karşılaştırıyor.

35 YAŞ BERBAT MI?
İkisinin aynı coşkuyla hemfikir olduğu bir konu var: 35’in berbat bir yaş olduğu.
“Çünkü insan artık olayın bundan ibaret olduğunu anlıyor. Desteden sana dağıtılan el bundan başkası değil. Hayat bize kağıtları dağıtıyor ve görünen o ki oyunu oynamıyoruz bile, sadece kağıtları çevirip elimize bakıyoruz” diye düşünüyorlar.
Ama işte tam o virajda Helena ve Bob, kağıtlara bakıp yola devam edecekleri yerde oyunun yönünü çeviriyorlar. Bir küçük adım diğerlerini tetikliyor ve ortaya izlenmesi müthiş keyif veren bir dizi macera çıkıyor.
‘İki Kişilik Yaz’, bugüne kadar izlediğimiz Dot oyunlarından tamamen farklı. Bir romantik komedi. Hani o “Amma tokat yedik” duygusuyla çıktığımız, insanı sarsan, hırpalayan, ille de düşündüren oyunlardan değil.
Düşündürüyor evet ama sadece hayata, aşka, bastığımız toprağa, aldığımız nefese dair. Yani aslında ‘asal’ olanlara dair...

DALTABAN’A RİCA…
Seyirci koltuğunda oturduğumuz sürece ülkenin gündemi gelmemiş aklımıza, dünyanın hali de, savaşlar, kavgalar, insanoğlu olarak yaşadığımız dünyaya kendi elimizle yaptığımız kötülüklerin hiçbiri gelmemiş.
Sadece yaşadığımız gelmiş... Nefes almaya devam ettiğimiz sürece her şey mümkün...
Yarın pat diye aşık olabiliriz, kendimize bir gitar alabiliriz, bir feribota atlayıp dünyanın öbür ucuna gidebilir ve diyar diyar gezip müzik yapabiliriz mesela... Bob gibi...
Ya da bırakıp sahip olduğumuz her şeyi, dün tanıdığımız bir yabancının peşine takılıp şarkı söyleyebiliriz. Helena gibi... Başka bir yön seçebiliriz, girmediğimiz sokaklara sapabiliriz, hala bir yol bulabiliriz.
Hiç olmadı ‘İki Kişilik Yaz’ı izleyebiliriz ve bütün bu ihtimallerle neşelenebiliriz işte.
Murat Daltaban’dan rica ediyoruz, bir süre böyle oyunlarla devam edebilirler mi lütfen?