Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Bazı konserler sadece bir müzik etkinliği olarak geçip gitmiyor insanın hayatından. İz bırakıyor. Hatta bazı müzisyenler bunu her defasında yapıyor. Mesela ben, en depresif anlarımda Giora Feidman gelse de beni kendime getirse isterim...
Yaptığı müzikte değil keramet. Öyle olsa evde dinlemek de aynı etkiyi yaratırdı. Bu başka bir durum. Adam salona adımını attığı andan itibaren yumuşacık bir duyguyla sarılıp sarmalanmış gibi oluyorsun... Ve nasıl beceriyor bilmiyorum, sanki bir tek seninle muhattap oluyor o güruhun içinden... ‘Hayranlar ordusunun bir neferi gibi’ gibi değil, biricik ve değerli hissediyorsun kendini.
Ve bir buçuk saatin sonunda hayata karşı olumlu hislerle dolmuş olarak çıkıyorsun dışarı, tuhaf belki ama öyle...

Sezen Abla’nın evi
Bir de Sezen Aksu bırakıyor aynı etkiyi bende, onu fark ettim geçen gün. Ve bir konserde bile insana kendisini bu kadar iyi hissettiren şeyin adını koydum bu kez, ‘şefkat’. Aslında ben değil Sezen Aksu koydu.
Gene bir “Sezen ablanızın evine hoşgeldiniz” durumu vardı Açık Hava Tiyatrosu’nda. Bir sohbet ortamı ki olur şey değil... Aklına geleni söylemekten çekinmeyen, rahat insanlar topluluğu... Ama bu rahatlığı veren Sezen Aksu’nun ta kendisi tabii...
“Birbirimize karşı şefkat duygusu geliştirdik biz” diye özetliyor durumu. “Hayatlarımızın her zor dönemecinde birlikte olduk.” “Ve siz” diyor, “En hasta olduğum, kötü olduğum zamanlarda hiçbir şey yokmuş gibi alkışladınız beni.”

Hoyrat sevgiler
Şefkat duygusuna takılıp kalıyor benim aklım. Galiba tüm ilişkilerin, dostlukların, aşkların en büyük eksiği bu. İnsanlar şefkatsiz genel olarak. Sevgilerinde hoyrat. 
Murathan Mungan’ın birkaç ay önce Ayşe Arman’la röportajında ettiği söz de böyle takılıp kalmıştı aklıma. Merhametle sevmeyi bilmeyen insanlardan söz ediyordu: “Evet, çok seviyor, çok tutkusu var ama duygusunda merhamet yok, şefkat yok. Merhameti de sadece fakirlere gösterilmesi gereken bir şey gibi algılıyor. Karşısındaki insanı merhametle sevmenin getirdiği kollama bilgisine sahip değil.”
Halbuki işte şefkat olduğu zaman, iyi hissediyor insan kendini o insanın yanında. Canının bile isteye yakılmayacağını, korunup kollanacağını biliyor ve bunun tutkudan eksiltir bir yanı yok.
Ne kadar hoyratsan o kadar aşıksın inancıyla bu hallere geldik sanırım. Sevdiğimiz insanları hırpalamanın da sevdaya dahil olduğuna kanaat getirdik. Merhamet de işte, fakirlere gösterilmesi gereken bir şeydi... Sonuç, hepimizin ödü patlar oldu birini yanımıza yaklaştırmaktan.
Konser biterken “İçimden hepinizin tek tek sırtını sıvazladım, umarım hissettiniz” dedi. Hissetmiştim. Keşke hayatta da böyle olsa dedim. Rahat bize batmasa... Ayak oyunları, taktikler öğrenmeye, hep bizi en çok acıtanı fethetmeye çalışacağımıza şefkatin peşine düşsek... Sırtımızın sıvazlanmasının kıymetini bilsek... 

Ne oldu Usta?
Eskişehir’deki bir film setinden haberler geliyor birkaç haftadır. “Usta”nın setinden. Yönetmen Bahadır Karataş’ın ilk uzun metrajlı filmi bu. Şahane de bir oyuncu kadrosu var; Yetkin Dikinciler, Fadik Sevin Atasoy, Şevket Çoruh ve Hasibe Eren’den oluşan.
Erman Ata Uncu’nun Milliyet Sanat’taki yazısından aktarıyorum; “Usta’nın meselesi, Doğan ustanın kendi uçağını yapma çabaları ve bunun çevresinde yarattığı sarsıntılar.”

Meçhul senarist
E bu konu bana tanıdık... Nereden? Biliyorum ki yazar Ayfer Tunç bir süredir böyle bir senaryo üzerinde çalışmakta... Hemen “Usta”nın senaryosu kime ait diye bakıyorum, allah allah böyle bir kalem yok yazılıp çizilenlerde. Senaryo gökten zembille inmiş gibi... Erman’a soruyorum, “Size bu senaryonun kime ait olduğu söylendi mi?” “Yok” diyor, “Hiç lafı geçmedi...” Hikâye Bahadır Karataş’ın, senarist meçhul... Pardon, bazı gazetelere göre senarist de Bahadır Karataş...
Ama bu basbayağı Ayfer’in senaryosu, nasıl olur? Adını mı kullanmak istemedi acaba? Açıp soruyorum en sonunda, “Bu senin çalıştığın senaryo değil mi?” Ta kendisi. “E neden ismin geçmiyor?” “Vallahi hiçbir fikrim yok, ben de şaşırdım” oluyor cevabı... E şaşırtıcı gerçekten.
Şevket Çoruh “Bu film çok güzel bir film olacak ve bu tesadüf olmayacak” demiş. Muhakkak, senaryosunda böyle ‘usta’ bir kalemin ismi var bir kere. Pardon, kalem var da isim yok...
Bu tuhaflık bir şekilde telafi edilecektir herhalde... Yoksa “Usta”yı ‘mezuniyet film’i olarak tanımlayan Karataş daha baştan sınıfta kalacak...