Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları


Onu ‘meslek hayatımın okulu’ kabul ettiğim Radikal İki’nin kapısından girdiğim gün tanıdım. Bu kadar çok şeyle aynı anda ilgilenen ve hepsinin de hakkını veren birini hiç tanımamıştım ve daha sonra da tanımadım zaten. Sinema bilir, müzikten, özellikle cazdan anlar, sporun her dalını takip eder, polisiyede rakip tanımaz. Bütün bu alanlarda kalem oynatır, bir de üstüne şahane bir çevirmendir.
Sevin Okyay, o dönemde uzun beyaz örgüsünün ucuna bebekli tokalar takan bir ‘kız çocuğu’ydu ama herkes için Sevin Abla’ydı. Beni ilk hayrete düşüren özelliği hem Q, hem F klavyeyi on parmak yazabilmesi, bunu yaparken önüne hiç bakmaması, bir de üstüne sağa sola laf yetiştirebilmesi olmuştu. “Beyninin kaç kompartımanı var acaba?” diye düşündüğümü hatırlıyorum. Ondan sonra zaten orada küçük bir ansiklopedi saklı olduğunu görmüş oldum.
Dediğim gibi bir eşini daha hayatta görmediğim, bir zaman mesai arkadaşı, her daim festival yoldaşı olmaktan gurur duyduğum Sevin Okyay’a İstanbul Film Festivali, onur ödülü verdi bu yıl. Kimse alınmasın ama kaç kişinin ödülü bu kadar çok insanı kendisi almış gibi sevindirmiştir, bilemiyorum.
Baharların açışıyla festivalin gelişini aynı sevinçle karşılayanlar adına, Sevin Abla’mızın onur ödülünü bir de burdan kutlamak isterim. Ve okumamış olanlara onun ‘İlk Romanım’ adlı kitabını önermek. Ben, 90’lardaki ilk baskısının kutudan çıkışına şahit olmuş şanslı biriyim. Sonra yok olmuştu ortadan, ne mutlu ki şimdi yeni baskısını bulmak mümkün. ‘Küçük Kadınlar’ın Jo’sunu sevenlerdenseniz hele-ki onlar birbirlerini bir görüşte tanırlar, kadın olmak öncelikli kimlikleri olmamıştır hiçbir zaman, yere sağlam basarlar, hayatta kimseye yaslanmazlar-Sevin adlı kız çocuğunun maceralarını kaçırmayın derim. Çocuk kitabı diye düşünmeyin, çok tatlı bir büyüme hikayesidir, her yaşa iyi gelir...

Haberin Devamı

Sevin Abla ve Jo

İşte tören bu!

Cuma gecesi 31’inci Uluslararası İstanbul Film Festivali açılırken, benim de içim açıldı sahiden. Bizde de eli yüzü düzgün, aksamayan, izleyeni bayıltmayan törenler düzenlenebiliyormuş. Vaktinde başladı, uzun uzun hamasi konuşmalar olmadı, hiç sarkmadı. O günden sonra çeşitli ortamlarda bu konunun konuşulduğuna tanık oldum. Herkeste bir hayret. Biz çünkü, ‘samimiyet’ kisvesi altında sululukların yapıldığı, her şeyin habire tökezleyip “Olur canım o kadar, insanlık hali” diye hoş görüldüğü, araya kimsenin izlemediği-dinlemediği şarkıların türkülerin sokuşturulduğu, iç bayan törenlere alışığız.
Burada hiçbiri yok. O onur ödülü alacak isimler için, o andığımız ustalar için öyle özenli barkovizyon göste-rileri hazırlanmış ki. Bütün önemli filmlerinden seçilmiş görüntüler, güzel müzikler. Festivalin bölümlerini tanıtan kısa filmler de öyle. Hepsini ilgiyle izledik, merak ettik.
Ödül vermeye-almaya çıkan herkes son derece düzgün konuşmalar yaptı, ne mikrofon bozuldu, ne sıra şaştı. Ama asıl ustalık Memet Ali Alabora’daydı. Rahat, dozunu kaçırmadan esprili, duruma hakim. Şimdi ödül töreni sezonumuz açılıyor ya, beni de yine alıyor bir panik. Gene kim bilir ne fena şeyler izleyeceğiz. Rica etsem, mümkün olduğunca bütün törenleri Memet Ali Alabora sunsa, olmadı sunacak olanlara ders verse.

Haberin Devamı

Festival önerİleri

Haberin Devamı

Festival meraklılarına bugün ve yarın için birkaç öneri.
* Festivalin açılış filmi ‘Aşkın Karanlık Yüzü’nü saat 11.00’de yakalayabilirsiniz. Terence Davies’den bir ‘mutsuz aşk’ hikayesi.
* Bugününüzü belgesele adayıp Mika Kaurismaki’nin Miriam Makeba’yı anlatan ‘Afrika Ana’sını (13.30) ve Michael Radford’un ‘Michel Petrucciani’sini (21.30) izleyebilirsiniz.
* Yarın, saat 13.30’da kaçırılmaması gereken bir üç boyutlu animasyon var: Michel Ocelot’dan Berlin’de yarışan ‘Gece Masalları’.
* 21.30’daysa Slovakya’nın Oscar adayı, ‘Hamlet’ten esinlenmiş bol ödüllü ‘Çingene’.
* Son önerimse, bir festivali daha Emek’siz geçirdiğimizi, bunun ne büyük bir kayıp olduğunu hatırlamanız.