Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

“Hani bir kuş sürüsü geçer baktığın gökyüzünden bir akşamüstü. Bakarsın hepsi aynı yöne gider. Bir tanesi arada şaşkın şaşkın başka bir yöne seyirtir. O kuş âşıktır işte!”
En çok konuştuğumuz, en az yaşadığımız, tarif etmelere doyamayıp görünce tanımadığımız ‘aşk’a ne naif, ne dolaysız ve de hesapsız bir tanım... Tam da gideceği yönü tayin edemeyen şaşkın bir kuş olma halidir ya o... Hatırlıyor musunuz?
Belki de “Hiç başınıza geldi mi?” demeliydim... “Gizli aşk” denince ne geliyor aklınıza mesela? Kıyıda köşede yaşanması, ele güne ilan edilmemesi gereken kısa süreli bir heyecan? Bir heves? Vurguyu ‘gizli’ye yaparken ‘aşk’ kaynayıp gidiyor mu arada?

Siyah beyaz filmler gibi
Bir Özen Yula kitabı
Yoksa insanın birinin “yüzüne bakmaya doyamadığı”, “saçının telini uzaktan görünce içinin titrediği” ama yüreğinden taşanları bir türlü becerip de dile dökemediği bir duruma aşina mısınız?
İkincilerdenseniz devam, tam sizin için, “siyah beyaz filmler gibi seven”, hâlâ nisan mayıs aylarında çiçeklenen ruhlar için birebir bir kitaptan söz edeceğim çünkü: “Gizli Aşk Bu”. Bir “Özen Yula kitabı.”
Adını o meşhur nihavend parçadan alıyor... “Gizli aşk bu / Söyleyemem derdimi hiç kimseye...” Kapağı eski Türk filmi afişi, oyuncular Şener ile Müjde. Bütün mahallenin bildiği, saygıyla susup koruduğu eski aşkın kahramanları.
Sonra Hümeyra, Şener’i yıllar yılı usulca seven karısı. Zamane âşıkları Özgü ile Oktay... Filmin ‘kötü adamı’; Uğur... Ve Serra, Ayşenil, Lale, Suzan, Hasibe, Menderes, Dolunay, Nurgül... Tam bir ‘yıldızlar geçidi’.

Şaşırmamanın lüksü
İster sadece bir isim olarak okuyun, ister o ismin size çağrıştırdığı yüzle birleştirin, size kalmış. Sonunda ağzınızda bırakacağı tad aynı. O eski Türk filmlerinin şerbeti var ama içinizi baymıyor, acısı var, yüreğinizi karartmıyor. Üzüldüğünüz satırlar gözünüzden akıp gidiyor, boğazınızda yumru olup kalmıyor.
Kapağı kapattığınızda ağırlık çökmüyor üzerinize, hafifsiniz, ferahsınız. Sonunda dostluk var, sevgi var işte, bir de aşk, bir yerlere saklanmış da olsa.
Özen Yula, hem dünyanın hem de kendi hayatının kederlerinden bir mola almak istemiş ve tutmuş bu romanı yazmış. Büyük iddialar yok kitapta, okuru sarsıp serseme çevirecek karanlık noktalar, çok beklenmedik sürprizler, insana aniden çarpıveren tokatlar yok. Ne olacağını bilmenin, şaşırmamanın lüksü var. 
Böylesi de sıkıcı değil, inanın bana. Hayat zaten sürekli sağlı sollu kroşelerle geliyor üzerimize. Devamlı stratejiler kurmak, koruma kalkanları geliştirmek durumunda kalıyoruz. İki üç saat olsun şaşkın kuşlar gibi bırakın kendinizi “Gizli Aşk”ın kollarına. Güvenebilirsiniz, emanete hıyanet etmeyecek, karanlıklara sürüklemeyecektir sizi...


Göksel’den şarkılar dinlediniz
Madem ki bu bahar gününde azıcık ruhumuzu hafifletmekten söz ettik, bir de şarkı takılsın dilimize. “Dudaklarında arzu / Kollarında yalnız ben...” olabilir, “Gülmek için yaratılmış / Gözlerde yaşlar niye?” olabilir...
Hangisi sizin şarkınızsa işte, ama ille Göksel’in sesinden olacak.
Göksel çok tatlı bir albüm çıkardı çünkü. Adı “Mektubumu Buldun mu?”. Eski şarkılara meraklı biri olarak nostalji furyasına itirazım olmadı hiç. Ama her zaman şarkıların alıştığım ilk versiyonlarını aradı kulaklarım.
Bu kez öyle olmadı. Göksel şarkıları, hali tavrı, o değişmeyen masumiyet çağı ifadesiyle en çok ‘nostalji albümü’ yapması gereken kişiydi bence ve işte bu.
Bu kez düzenlemeler Alper Erinç’e ait değil ama olsun. Sarp Özdemiroğlu, Selim Öztürk, Burak Karataş, Mert Ekren isimleriyle gene tam bir Göksel albümü.
Sakız olmuş şarkılar seçilmemiş. Fikret Şeneş’in çok bilinmedik sözleri var, Sezen Aksu’nun 1981 tarihli longplay’ine ismini veren “Ağlamak Güzeldir” var, Bora Ayanoğlu’nun vaktinde Gönül Akkor’a verdiği “Bilemedim” var...
12 parça su gibi akıp gidiyor ve derhal başa alıyorsunuz: “Uzakta gördüğüm yüz benim mi... / Birini arayan gözlerim mi...”