Haliç Kongre Merkezi'nde Altın Kelebek'ler dağıtılırken Taksim Meydanı'nda da İsrail'i protesto gösterileri sürüyordu
Tuhaftı her şey çarşamba gecesi. Ben de bu daldan dala uçan gecenin hakkını verebilmek için aynı şekilde uçuşan düşüncelerimi sıralamak istiyorum. Onlar henüz derlenip toparlanamıyorlar çünkü içinde bulunduğumuz bu günlerde.
Hürriyet'in Altın Kelebek ödüllerinin 37. kez dağıtılmasına tanıklık etmeye gitmiştik. Haliç Kongre Merkezi bu tür kalabalık organizasyonlar için gerçekten birebir. Ne park sorunu yaşıyorsun, ne taksi bulmakta zorlanıyorsun, geniş, ferah, manzara desen iç açıcı.
Bizim ödül törenlerimizdeki kırmızı halı durumu bende bir 'kel başa şimşir tarak' duygusu yaratsa da Altın Kelebek bunu en hakkıyla yerine getirenlerinden biriydi Allah için. Eh, kıyafet yorumcusu olarak da bu işten en iyi anlayan moda yazarımız Melis Alphan'dan iyisi bulunamazdı elbette. Velhasıl, 'şık'
En tuhaf konuşma Ersoy’dan
Gecenin sunucuları Cem Davran ve Burcu Esmersoy'u konuşmalarını kısa tuttukları için kutlarken, törenin en tuhaf konuşması Altın Kelebek'ini kuşkusuz Bülent Ersoy'a veriyorum. Fasl-ı Şahane'nin bir mensubu olarak sahnedeki yerini aldı, mikrofonun önünde durdu, fakat tabii ki son sözü söylemek üzere herkesi kendisinden önce konuşmaya itti... Ondan sonrası anlatılmaz, yaşanmalıydı... Sonunda kendisini Popstar Alaturka jürisinde sanmış olmalı ki, nota - makam anlatıyordu zavallı seyircilere.
Ödüller arasında Hande Yener dışında Işın Karaca, Mor ve Ötesi, Ferhat Göçer gibi isimleri dinledik. Gecenin şaşaasına bir 'eğlenmemeliyiz' duygusuyla ket vurulduğu için herkeste sahneye çıkmışken hiç değilse bir mesaj verip inme kaygısı vardı. Misal, Hande Yener 'Sopa'yı, 'Bodrum'u söylemiyordu, çünkü eğlenceli şarkıların zamanı değildi.
Şahsenem’e insaf diyorum!
En manasız 'protesto' Altın Kelebek'i ise Şahsenem'e gitmeli. Yüzünün yarısını Filistin ve Türk bayraklarına boyayarak gelmiş. İnsaf diyorum, böyle bir hadiseden kendinize konuşulma vesilesi yaratıyorsunuz, bari daha akıllıca davranın, gözümüze sokmadan yapın.
Sonunda 'şov dünyasından' çıkıp kendimizi yollara vurduk, 'gerçek hayat' bizi Taksim Meydanı'nda bekliyordu. Taksi şoförü baştan koydu tavrını, "Eylem var meydanda, mahsur kalabiliriz" diye.
Öyle de oldu. Saat geceyarısını geçmişti, meydan "Tekbir" sesleriyle inim inim inliyordu. Kelebek'lerin yaldızları döküldü, bir bir uçup gittiler aklımızdan. Başta söyledim, kopuk kopuk düşüncelerden ibaret her şey hala benim kafamda. Tek bildiğim, çok acayip zamanlar yaşıyoruz, çok...