Bihter Ayyıldız

Bihter Ayyıldız

tbkrxm@yahoo.fr

Tüm Yazıları

Nişantaşı ya da Etiler’de bir daire kiralayıp, gösterişli bir dekor yapan, birkaç terzisi olan birçok kişinin, hazır kumaşlarla üretim yapıp bir de buna haute couture dediği günümüzde, İMA (İstanbul Moda Akademesi) çok anlamlı bir işe imza attı.
Geleneksel Türk el sanatlarını yeniden canlandırmak amacıyla yola çıkan İMA, Türkiye’yi dünya çapında temsil eden Dice Kayek iş birliğiyle ‘İzler’ isimli sergiyi hayata geçirdi.

HAUTE COUTURE’ÜN  OTANTİK HALİ


‘Türk El Sanatları Koleksiyon Projesi’ kapsamında ortaya çıkan ‘İzler’ sergisinin hazırlık aşamasında, İMA Moda Tasarımı ve Teknolojisi Lisans Programı ile Moda Tasarımı ve Yönetimi Lisansüstü Diploma programlarından beş öğrenci yer almış.
Anadolu el sanatlarını araştıran öğrencilerin, iki ay süren yoğun bir çalışmanın ardından iğne oyası, tel sarma, tel kırma ve sedef kakma sanatlarını kullandıkları on beş tasarımın tüm sürecini couture tekniği ve el dikişiyle hazırlamaları istenmiş.
Toplamda 21 bin 532 saatlik bir çalışmanın eseri olan parçaların üretim süreci Gizia tarafından gerçekleşmiş. Burada neden saat bilgisi verdiğimi soranlar olabilir. Verdim çünkü haute couture bir koleksiyon ortaya çıkarmanın nasıl bir deli işi olduğunu net bir şekilde ifade etmek istedim.

Haberin Devamı

Sayılarla ‘İzler’
Geleneksel el sanatlarının çağdaş bir formatla sunulduğu sergide, tasarımlar arasındaki 9 bin adet tel kırmadan oluşan ve 5 bin 200 metre telle hazırlanan kafes ceket için 6 bin 510 metre tel kullanılmış.

Tasarımlara, esin kaynağı Çeşm - i bülbül desenleri olan 4 bin 800 adet üfleme boncuk işlenmiş. 410 sedef taşı ve 600 metre tül kumaş kullanılmış. 70 metre Ödemiş keteniyle hazırlanan tasarımlar bin 200 adet iğne oyasıyla tasarlanmış.
Yolunuz Nişantaşı’na düşerse, haziran ortasına kadar sürecek sergiyi mutlaka görün derim.

GLOKAL OLMAK YA DA OLMAMAK

HAUTE COUTURE’ÜN  OTANTİK HALİ


Hani şu dünya markalarının bulundukları pazardaki yani ülkedeki tüketici davranışlarını, tercihlerini göz önüne alarak ürünün içeriği büyük ölçüde aynı kalarak sunumunu değiştirmesi durumu var ya... İşte ona ‘glokalleşme’ deniyor.
Mesela 21. yüzyılda lüks sektöründe alım gününün Uzak Doğu ve Orta Doğu ağırlıklı olmasıyla birlikte lüks markalar ne yaptı? Reklam yüzü olarak Uzak Doğu ya da Orta Doğulu yüzler kullandı. Avrupa’da neredeyse tüm butiklerde Arapça, Çince ya da Japonca konuşan satış danışmanlarının bulunması da bu stratejinin bir parçası.
Tabii ilk başta sadece söylemin değişmesi yeterli gibi görünse de, markalar içeriğin de yerelleşmesi gerektiğini anlamaya başladılar. Mesela Qatar gibi soslu ve yağlı et yemekleri sevilen bir ülkede La Duree’de oturanların makarondan ziyade sıcak etli yemekler yediğini görmek artık bizleri şaşırtmaz oldu. Ama ben yine de her yerelleşmenin tadında olması gerektiğini düşünüyorum. Et kokan bir La Duree benim için artık başka bir şey haline geliyor.
Geçen ekim ayında Şişhane’de İKSV binasının, Deniz Palas’ın tepesindeki X Restaurant’ın yerine Fabio Suarez tarafından açılan Saigon.
Genelde Vietnam mutfağı olarak geçse de, Fabio burayı Akdeniz ve Asya mutfağının Türkiye’deki tek örneği olan restoranının menüsünü ‘Meditasion’ olarak tanımlıyor.
Glokalleşme bunun neresinde diye soranları duyar gibiyim. Normalde sushi için ölüp bayılmam, olsa yerim olmasa da aramam. Ama Saigon’da yediğim sushi’lere bayıldım. Merak ettim. Sırrı nedir diye sordum? Meğerse İspanyol Şef Luis Arevalo, sushi’nin pirinçlerini bizim tereyağlı pilav mantığında yapıyormuş...
Peru, Japon, Çin ve Vietnam mutfağının bir karışımı olan mutfakta deniz mahsülleri kadar et seçeneklerinin de olması menünün yerele çok iyi adapte edildiğinin bir örneği.