Cadde ‘Bizimkisi aşktan da öte’

‘Bizimkisi aşktan da öte’

25.03.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:

‘Bizimkisi aşktan da öte’

‘Bizimkisi aşktan da öte’



     Türk Sineması’nın iki dev oyuncusu. Biri sinemanın ve gönüllerimizin sultanı, Türkan Şoray. Diğeri delikanlı ağabeyimiz, yakışıklılığı ile çok gönüller yakan Kadir İnanır. 23 yıl sonra ‘Gönderilmemiş Mektuplar’da buluşup çok iddialı bir film yaptılar. Gala öncesi konuştum onlarla. Her telden. Kadir İnanır’ı, Kanal D’de yayınlanan ve büyük beğeni toplayan ‘Kırık Ayna’ dizisinin çekimlerinin yapıldığı Ürgüp’de buldum, telefonla görüştüm. Sultan’la da Levent’teki evinde buluştuk. Çok keyifli bir sohbet oldu.
     
     Kİ-Türkan Hanım’la biz zaten sürekli görüşüyoruz ama film setlerinde buluşma her zaman büyük bir heyecana dönüşür. Çünkü orada milyonlarca insanın göz denetimi vardır. Bu filmde de öyle oldu. Sorumluluğumuz arttı. Ama aramızdaki müthiş samimiyetin yardımıyla kolayca aştık tabii.
     TŞ-Yani öyle bir şey ki 23 yıl geçmiş ama benim için daha dün setten ayrılmışız ve bugün tekrar başlamışız gibiydi. Setler benim hayatım. Kamera önü, kendimi en rahat ve mutlu hissettiğim yer. Kadir Bey duygu alışverişine alışık olduğum, gözüne baktığımda kontak kurabildiğim bir insan. Her şey eski filmlerin devamı gibiydi.
     
     TŞ-Sevinç ya da kızgınlık, hayranlık konulu mektuplar olabilir.
     Kİ-Tabii arada hep görüştük, hiç kopmadık. Zaman zaman birbirimize gönderdiğimiz mesajlarımız oldu.
     
     Kİ-’Cevriyem’ filmini yapmıştık. Biraz tartışmalı olmuştu. Nazım Hikmet’in hayatından bir kesit sunuluyordu. Filmi bitirdik, yapımcı senaryoyu değiştirmeye kalktı, ilave sahneler istedi. Karşı çıkınca tartışma çıktı ve film kuşa döndü.
     TŞ-’Cevriyem’ diye bir filmdi. Planına kadar hatırlıyorum. Finalde Kadir Bey arabaya biniyordu, ben de arkasından hüzünle bakıyordum.
     
     Kİ-Uzun yıllar senaryo aradık. İki yıl önce bulduk da. Osman Şahin’in bir hikayesiydi, yazdırmaya başladık. Bir yıl önce ise Yusuf Kurçenli ‘Gönderilmemiş Mektuplar’ın ilk hikayesini getirdi. Çok çarpıcıydı ve çekmeye karar verdik. Bitti, galaya bekliyoruz.
     TŞ-Biz yıllarca beraber film yapacağız diye basının önüne de çıktık. O en büyük arzumuzdu ama senaryo kısmını Kadir Bey bana bıraktı. Çok araştırdım. Zorlandım. Aslında çok değerli senaristlerimiz var, belki de biz bulup ortaya çıkaramıyoruz. Eskisi gibi film çekilmediğinden o yetenekler de belki bizi bulamıyorlar. En büyük arzum bir senaryo ekibi kurmak. Allah’ın bana böyle de bir yetenek vermesini çok isterdim. Çevremde, binlerce yaşanmış hikaye var. Onlara sinemacı gözüyle bakıp "Bunlar film olabilir" diye düşünüyorum ama senaryo haline getirme yeteneğim yok. Gözlemim, duyarlılığım var, yazamıyorum. Senaryo ayrı bir yetenek ve teknik işi. ‘Gönderilmemiş Mektuplar’ı okuduğum an heyecanlandım ve çekmeye karar verdik.
     
     Kİ-Hayır, sipariş vermedik ama bizi düşünerek yazmış. Tamamen Yusuf’un kendi eseri. Bizim bulduğumuz hikayeyi erteletecek kadar muhteşem. Okurken hemen hemen her sayfada gözyaşı döktüm. İzlerken göreceksin.
     TŞ-Sipariş üzerine değil, Yusuf Kurçenli bizi düşünerek yazmış, evet.
     
     Kİ-Altı hafta sürdü. Karadeniz’in muhteşem kasabası Amasra’da çektik. Otuz yıl önce orayı görmüş ve "Burada mutlaka bir film çekeceğim" demiştim. Sözümü de tuttum. Bir teknisyen arkadaşımız çekimlerde ağır bir kaza geçirdi, tek üzüntümüz o oldu, başka sıkıntı yaşamadık. Ha bir de çok soğuktu.
     TŞ-Bizi zorlayan hava şartlarıydı. En zor sahnelerde ağzımızdan duman çıkıyordu. Bize buzlu su getiriyorlardı, onu içiyorduk, dumanlar kayboluyordu. Kar yağarken gittik. Çok soğuklarda zorlandık. Titreye titreye çektik sahneleri.
     
     Kİ-Elektriklenme olmadan bu kadar başarı elde edilir mi? Halk böyle bir alkışı tutar mı? Ancak bu elektriklenmenin tarifi, seksüel boyutu yok. Yani aşktan da öte bir şey.
     TŞ-Kamera önü öyle sihirli bir yer ki. Kendi kendinize soruyorsunuz "Elektriklenme oldu mu olmadı mı?" diye. Ben gerçek duygularımla oynamayı seven bir insanım. Kadir Bey de öyle. Belki kamera önünde elektriklenme olmuştur.
     
     Kİ-Sadece birileri istiyor, laf olsun diye evlenmem. Bir defa evlenirim. Parçalanmış aileleri gördükçe çok üzülüyorum. Evlilik çok saygı duyduğum bir kurum. Saygı gösteren birini bulduğumda hemen evleneceğim. Allah da isterse tabii.
     
     Kİ-Televizyon filmleri, elektronik kameranın ve çokça senaryonun dışında sinema film üretiminin bütün aşamalarını taşıyor. Ama sinema filminin önemi ve saygınlığı neredeyse yüzyıllara uzanan özelliğiyle çok farklı. Doğal olarak oradaki hazzı televizyon dizilerinde bulamazsınız. Dizilerin de en hızlı şekilde milyonların karşısına çıkma özelliği de başka bir sorumluluk tabii. Biz bu filme ortak olduk. O nedenle onlarca diziden kazandığımızı bir filmden kazanabiliriz.
     TŞ-İkisinin de çok farklı güzellikleri var. Sinema tam tatmin olduğum, sorumluluk duyduğum, beni ben yapan, bütünleştiğim bir yer. Setlerin heyecanı da farklı. Sinema çok kalıcı ve evrensel. Anlatmak istediğinizi anlatmakta daha etkili. Ama dizilerde de milyonlarla bir anda ilişki kurabiliyorsunuz. Maddi olarak hiç düşünmedim.
     
     Kİ-Rahmetli Yaşar Kekeva kandırmıştı beni. Hazırlıklara başladık ama kısmet olmadı. Şimdi ise çok zor. O uzun çalışmayı sinema oyunculuğum için vermek isterim. 34 yıldır sadece sinema oyunculuğu yapıyorum. Başka işim yok yani. Karıştırılmasın; 182 sinema filmi, 5 uzun soluklu dizi. Dünyada örneği yok. Sayı olarak beni geçen olabilir ama benimkilerin hepsi başyapıt. Bütün filmlerim Türk Sineması’nın onur filmleridir.
     
     Kİ-Televizyon dizilerinde mankenleri çalıştırıyoruz ama sayıları çok değil. Ağırlıklı olarak sinema ve tiyatro oyuncuları var. ‘Kırık Ayna’da da öyle. Niye mankenlere karşı bir anlayış var, anlamıyorum. Her insanın sanatçı ruhu vardır. Önemli olan onu ortaya çıkarmaktır. TIR şoförü, berber, memur, ev hanımı... Farketmez ki.
     TŞ-Yetenekliyse, fiziği uygunsa, ciddiye alıyorsa her meslek grubundan insan oyuncu olabilir. Oyunculuk için akademik eğitim gerekli ama doğal yeteneğin olması da çok önemli. Niye mankenlerden oyuncu çıkmasın?
     
     Kİ-Hem benim sinematografimin hem de Türk Sineması’nın onur filmlerinden biri oldu. Sinema seyircisinin baştacı edip, alkışlayacağına inanıyorum. Yoğun ve onurlu bir emeğin ürünüdür.
     TŞ-"Yıllardır bir aşk filmi seyretmeyi özledik" diyor seyirciler, çevrem. O özlemi giderecek gibi geliyor bana. Elimizden geleni yaptık. Duygularımızı yansıtmaya çalıştık. Herkesin yaşamında yarım kalmış aşklar vardır. İnanıyorum ki çok kişi kendinden bir şeyler bulacak, özellikle kadın seyirciler çok ilgi duyacak.
     
     TŞ-Kabul etmiyorum bunu. Türk sineması var, sermaye ve yapımcı yok. Birinci etken ise televizyon. Dünyada da olduğu gibi televizyon sinemayı bitiriyor. Amerikan Sineması çok güçlü. Avrupa Euroimages’ı kurdu. Bizde bilet fiyatları bile pahalı. 300 milyon aylık alan bir insan ailesiyle sinemaya gitmeye kalksa, yıkım. Eskiden şartlar daha farklıydı. Bu kadar çok kanal yoktu. Belki bir yerde haklısınız; Türk Sineması’nda çok güzel filmler yapılıyordu. Bazıları ticari olmasına rağmen.
     
     TŞ-Bir kısmını izledim. Son dönemde Türk Sineması diye bir şey var. Sinemacılarımız arasında yurt dışında başarı sağlayacak insanlar var. Ama yaratıcı beyinler gelmiyor belki de. Bir de herkes kendi kişisel çabalarıyla film yapmaya çalışıyor. Eskiden Erler, Erman Film, Akgün gibi büyük film şirketleri vardı. Bugün kısır. Eski şirketler sinemadan kazandığını sinemaya vermedi. O kazandıkları paraları sinemaya yatırsalardı Türk Sineması gelişirdi. Bizler bunun acısını çekiyoruz.
     
     TŞ-Aslında bu tür polemiklere pek girmek istemiyorum. Ama Başak Köklükaya, Nurgül Yeşilçay, İpek Tuzcuoğlu’nu çok beğeniyorum. Zuhal Olcay benim favorimdir. Hülya Avşar çok tuttuğum bir oyuncu. Tarık Akan, Kadir İnanır gibi birileri çıkmadı tabii ümit vaad eden. Özcan Deniz ve Mehmet Aslantuğ erkek olarak iyi isimler. Bir de ben yeni oyuncuların çıkmamasını film yapılmamasına bağlıyorum. Eskiden yarışmalar oluyor, yılda 200 film çekiliyordu.
     
     TŞ-Barış saygılı, hoş bir çocuk. Güzel vakit geçirmeleri beni çok mutlu ediyor. "Sıra albüme geldi" diye hatırlatacak oluyorum. Türkan Sultan’ın bu konuda hiç acelesi yok. Zaten albümün gelirini tamamen bir meslek okuluna yatıracak. Şarkı söylemeyi çok sevdiğini belirtiyor. Zaten bugüne değin inanılmaz teklifler almış. Bir keresinde de ünlü bir gazinocu beni araya sokmuştu ve milyon dolarlardan söz etmişti. Ama Türkan Sultan elinde mikrofon, üstünde tuvaletlerle sahneye çıkmak istemiyor. Şarkıcılığa da farklı bakıyor. İdeali bir müzikal. Kışa, Türkan Sultan’ı bir müzikalde dans edip, şarkı söylerken görebilirsiniz. Tekrar soru-cevaba dönüyorum.
     
     TŞ-Ne kadar mutlu oluyorum anlatamam. Oyuncu oldum ama şarkıcı da olsam tam olurmuşum. İlham Gencer de söylerdi hep. Yıllar önce şarkıcı olacaktım zaten. Ekonomik sıkıntılarımız vardı. Babam yoktu. Film de yoktu. Fecri Ebcioğlu ve İlham Gencer çalıştırdılar beni. Çatı adlı bir gece kulübünde sahneye çıkacaktım. 16 yaşındaydım. Annem hep yanımdaydı. Ertesi gün anlaşma yapılacak ve ben şarkıcılığa başlayacağım. O akşamüstü biz imza atacakken ‘Aşk Rüzgarları’ adlı bir filmden teklif geldi. Yani film teklifi bir gün sonraya gelseydi bugün şarkıcıydım. Ama sinema daha hayırlı oldu sanırım. Müziğe gelince; Her tarz müziği seviyorum. Müzik beni çok etkiliyor. Normal hayatımda çok müzik dinleyemem, duygusallaşırım çünkü. Özellikle Sezen Aksu, Orhan Bey’in ‘Bir Teselli Ver’ adlı şarkısı beni çok etkilemiştir. Ayten Alpman’ın ‘Tek Başına’sı da öyle. Kaprissiz bir oyuncu Türkan Sultan. Kendine göre prensipleri var. Aslında bir dünya starı olabilecek kalitede ama onların sıraladığı gibi bir istek listesi hiç olmamış. Estetiğe karşı değil ama yaptırmamış. Zaten şöyle bir bakıyorum yüzüne, gerçekten de iğne ya da makas değmemiş. Bence değmesin de. Çünkü Türkan Sultan gerçekten çok güzel bir kadın. Bugüne değin hiç kimseleri kıskanmamış ama dünya sinemasında "Allahım, ne olurdu ben de böyle bir filmde oynasaydım" dediği çok olmuş. Çok sevdiği Müjde Ar’ın ‘Adı Vasfiye’ adlı filminden etkilenmiş ve "O rolü keşke ben oynasaydım" demiş kendine. Meryl Streep, Richard Gere, Al Pacino, Anthony Quinn en sevdiği artistler olmuş. Gider ayak son bir soru soruyorum Türkan Şoray’a; "Aşk var mı aşk". Önce o güzel gözleriyle beni süzüyor, hafif bir iç geçiriyor, sonra da bakın neler söylüyor; "Yok. Ama bundan rahatsız değilim. Aşksız yaşamak da acı çekmeme adına rahatlık sanırım. Duygu anlamında biraz eksiklik oluyor tabii. Kendisine bakıyor insan aşık olduğunda. Neşeli ve pozitif oluyor. Ama ben Yağmur aşkıyla, kızımla kapatıyorum. Mesleğime ve seyircime duyduğum aşk var, çok büyük. Yemin ediyorum, seyircim bana aşkla bakıyor, ben de ona aşık oluyorum. Amasra’da yaşadığım sevgi seli inanılmazdı. Kızıma ettiğim iki telefon, seyircimle aşkım, kamera önündeki aşkım hayatımı dolduruyor. Ama olursa da geri çevirmem kalbimi dolduracak birini". Efendim, iyi pazarlar, en kötü gününüz benimkinden iyi olsun.
     
     Yazara e-mail: sdudek@simge.com.tr
     


MAGAZİN


Chicago, 35 yıllık geleneği bozdu!
‘O Şimdi Asker’ rekora koşuyor
Kendimi uzaylı gibi hissediyorum
‘Bizimkisi aşktan da öte’