Dr.Eser Alptekin

Dr.Eser Alptekin

dreseralptekin@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Yıl 1991, bir bahar günü genç bir doktorla yine onun kadar genç olan annesi muayene odama girdiler. Genç doktor muayene olacaktı. İki yıl önce İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi’nden mezun olmuştu ve ihtisas sınavlarına girmişti.
Şikâyetinin ne olduğunu sordum. Belinden sol bacağına ve kasıklarına vuran ağrısı vardı. Bel fıtığı teşhisi konmuştu ve tedavisini yapmaya çalışıyorlardı. Anamnezi alırken çok detaylı sorular soruyordum, bu sorgulamalarda bazı atipik bulguları da anlatıyordu. Ortamı biraz rahatlatmak için annesine sordum:
“Siz gerçekten annesi misiniz?”
“Biz birlikte büyüdük, çocukluğumuzu da birlikte yaşadık” dedi.
Aralarındaki ana oğul sevgisi dışında arkadaşlık da birbirlerine olan sevgilerini daha güçlü kılıyordu. Bunu hissetmemek mümkün değildi. Doktor İ.‘yi muayene ettikten sonra daha detaylı yeni bir MR isteyeceğimi belirttim. Dr. İ. bana MR’larının, röntgenlerinin olduğunu söyledi. Ben bu tetkiklerin yeterli olmadığını, biraz daha detaylı bazı bulguları görmek istediğimi ifade ettim. Ve sonunda da yanılmış olmaktan çok mutlu olacağımı söyledim.
İçimde muayeneden dolayı bir kuşku vardı, daha kötü şeyler çıkacağından şüpheliydim. Düşündüklerimin çıkmaması için de dua ediyordum. Çünkü düşündüğüm tümöral bir hadiseydi.

Korktuğum başıma geldi
Yeni bir MR çekimi için ikna ettim ve gönderdim. Onlar gittikten sonra görüntüleme merkezini aradım yetkili doktora batının da tam incelenmesini söyledim.
Çünkü hasta olan doktor çok gençti, 27 yaşındaydı. Düşündüğüm hastalığı da ona hiç mi hiç yakıştıramıyordum.
Ertesi günü endişeyle bekledim. Öğle saatlerinde ana oğul gözyaşları içinde odama girdiler. Maalesef sol böbrek bölgesinde şüpheli bir kitle vardı. Daha geniş araştırılması gerekiyordu. O zamanlar İstanbul Tıp Fakültesi Dekanı da arkadaşım Prof. Dr. Faruk Erzengin’di.
Faruk Bey’e telefon açtım. Hastanın durumunu anlattım. Doktor olduğunu, hiçbir sağlık güvencesinin de olmadığını söyledim. Faruk elinden geleni yapacağını söyledi, gereğini de yaptı, biyopsi dahil. Sonunda konan kesin teşhis Non- Hodgkin Lenfoma’ydı (bir çeşit kanser). O günden sonra genç doktorda bazen morfine bile cevap vermeyen amansız ağrılar başladı.

Yeni bir hayat başlıyor
Bu arada da İstanbul Tıp Fakültesi’nde tedavisine de başlanmıştı. Doktor da harıl harıl ihtisas sınavına hazırlanıyordu, ağrılar sızılar içerisinde. Aradan birkaç hafta geçti. Ana oğul bu defa odama sevinç gözyaşları içerisinde girdiler. Onlar için yeni bir hayat başlamıştı. Hayat bütün pencerelerini onlara açmıştı. Yeniden doğmuşlardı.
Doktor ihtisas sınavını kazanmıştı ve bütün ağrıları da o gün için geçmişti, mutluydular. Ben de bir hekim olarak o güzel duyguları onlarla birlikte yaşıyor ve paylaşıyordum.
İstanbul’da önemli bir merkezde kalp damar cerrahisi bölümünü kazanmıştı. Düşünüyordum, hem böyle bir ağır çalışma programını hem de hastalığının tedavisini bir arada götürebilecek miydi? Ayrıca çalıştığı o merkez, hastalığıyla ilgili yapılacak tedaviyi de üstlenmiyordu.
Ülkemizdeki sağlık sistemi içerisinde herhalde bu tutum utanılacak bir tavırdı. Sonunda o tempoya dayanamadı. İstifa etti. Yeniden ihtisas sınavlarına girecekti. Benim önerim, çalışma şartları ağır olmayan bir bölümü seçmesiydi.

Erken teşhisin yararı
Ben de olayların içine girmiştim. Artık ailenin bir parçası gibiydim. Erken teşhis edilip tedavisine de başlandığı için hastalığı da günden güne iyiye gidiyordu. Sonunda Anadolu’nun bir başka üniversitesinde cildiye bölümünü kazandı. Çok mutluydu fakat orada da hastalığıyla ilgili tedavi imkânları kısıtlıydı. Düşündük, acaba sağlık nedenleri dolayısıyla İstanbul’da bir fakülteye veya hastaneye nakil imkanı olabilir miydi?
Kurallar böyleydi, kanunlar böyle işliyordu. O da mümkün olmadı. Fakat genç doktor yılmıyordu. Hastalığı da iyiye gittiği için hayata daha da sarılmıştı. Sınavlara girmekten de bıkmıyordu.
Yine sınava girdi. Bu defa hem hastalığının daha iyi takip edilebileceği hem de daha mutlu olacağı Anadolu’da başka bir üniversitede sınavı kazanmıştı. Orada keyifle çalışıyordu. Zaman zaman telefonla görüşüyorduk, zaman zaman da annesi ziyaretime geliyordu. Artık mutlu günler onlar içindi.
Şimdi haber alıyorum evlilik hazırlıkları içindeymiş. Genç meslektaşıma ömür boyu sağlıklar ve mutluluklar diliyorum.

Her bel ağrısı fıtık değil
Bu küçük hikâyeyle şunu anlatmak istedim: Her bel ağrısı şikayetini alıp hemen bel fıtığı diye algılamayın. Birçok hastalıkla karıştırılabilir.
İstanbul Tıp Fakültesi’nde yaptığım bir çalışmada, bel fıtığının 59 hastalıkla karıştırılabildiğini tespit ettim. Tabii ki böyle bir tabloda öncelikleri olan daha ağır problemleri de göz ardı etmemek ve ona göre teşhisi ve tedaviyi planlamak gerekir.