Cadde Fotoğraf çekmek sevişmek gibi

Fotoğraf çekmek sevişmek gibi

10.07.2002 - 00:00 | Son Güncellenme:

Fotoğraf çekmek sevişmek gibi

Fotoğraf çekmek sevişmek gibi



Konuğum, en az fotoğraflarını çektiği starlar kadar star. Ama mütevazı. Pek çok dergi, onun çektiği resimleri kapak yapıyor. Starlığı deklanşöründen yakalayan ünlü isimler var. O bir aşiret reisi ve eski milletvekili oğlu. O, dostum... Fotoğraf sanatının zirvedeki ismi Nihat Odabaşı. Onunla Hammam’ın içindeki Kikka ve People Lounge’da sohbet ettik.

SD-Urfa’dan zirveye nasıl oldu bu iş Nihat? Özgeçmişini alalım.
NO-Urfa’dan zirveye baktığında çok dramatik bir hikaye, bir başarı öyküsü gibi duruyor. Çocukluktan beri içimde olan ama adını koyamadığım, sanata ve yaratıcılığa karşı bir ilgim var. Çocuklukta resim yaparak bir sürü yarışmaya girdim ve derece aldım. Sinemaya çok düşkünüm. Türkan Şoray, Filiz Akın resimleri biriktirirdim. 1968’de Siverek’de doğmuşum. Kısa süre sonra İstanbul’a gelmişiz. 8 kardeşiz. Birini kaybettik. Kardeşlerim İstanbul’da okuyorlardı. İlkokula kadar İstanbul’u hatırlıyorum. Babamın CHP’den milletvekilliği bitmişti, Urfa ve Siverek’teki topraklarının başına geçmesi gerekiyordu. O zaman doğduğum
yere alışmakta zorlandım. İlkokulu Siverek’te, liseyi önce Diyarbakır Anadolu, sonra da Kadıköy Anadolu Lisesi’nde okudum. İstanbul’da büyümüş bir Urfalıydım. Yabancı bir yerde olduğum için içime kapanıktım. Bu arada resimlerim ödül alıyordu. Pek çok ünlü ressama göre sürdürsem, dünya çapında bir isim olabilirmişim. Ama elimi, gönlümü yansıtacak kadar iyi bulmayınca çizmeyi bıraktım. Bir de Urfa, Siverek filan, bu tarz filizleri vermeye uygun topraklar değil. Oraların kendi kanunları var. Babam çok özel ve kültürlü bir adam olmasına rağmen yeni arayışlar insanlara yabancı geliyor. Baktılar ki iş ciddi, beni soğutmaya çalıştılar. Ben de bir bölümünü bedel ödemek, onların isteklerini karşılamak adına yaptım. Eğitime çok önem verdim, çünkü babam Abdullah Odabaşı’nın tek önem verdiği şey eğitim, dürüstlük, şereftir. Çok çalışkan bir öğrenciydim, herkes babama teşekkür ederdi. Sonra üniversitede sinema-televizyon okumak istedim. Ama onlar için İstanbul Üniversitesi İngilizce İşletme Fakültesi’ni bitirdim. Yine de kendi hayatım için gereken tohumları atmaya başladım. Önümü kesmediler. Böyle bir ailede olmaktan gurur duyuyorum. Hayallerimi erteledim ama asla haksız bulmuyorum onları.

SD-Annen Urfalı ama bir İstanbul hanımefendisi. Baban milletvekili ve bir aşiret reisi. Böyle bir ailenin fotoğrafçılığa tepkileri ne oldu?
NO-Her zamanki gibi karşı geldiler. Ağabeyim Emin Odabaşı eczacıydı, babam da yanında kalıp un fabrikasının başına geçmemi arzu etti. Ama insan bir yaştan sonra kendi hayatını yaşamak istiyor. Babamın ve ağabeyimin hayatının bir uzantısı olamamamın vicdan azabını hala çekiyorum. Ama ben ancak böyle mutlu olabilirdim. Fotoğrafta 3 yılı doldurdum. Ondan önce işletme okurken Şahika Tekand’dan oyunculuk dersleri aldım. Bir yıl Tevfik Gelenbe Tiyatrosu’nda ve reklam filmlerinde rol aldım. Bugün bile fotoğrafçı olmak bana yetmiyor. Belki sahneye çıkacağım, belki film çekeceğim. Entellektüel anlamda değil, arsızca bir sanat aşkı var içimde. Aslında sanattan çok birilerine bir şey hissettirme arzusu bu. Ben senelerce sinemaya gittim. O sinemalarda korktum, ağladım, güldüm, aşık oldum. Ben o filmlerin parçası olan insanlar sayesinde bir katile acımayı öğrendim. Şimdi insanlara aynı duyguları ben yaşatmak istiyorum.

SD-Çektiğin her fotoğraf patlıyor. Nasıl oluyor bu?
NO-Bunun sırrı yok. Sıradan şeyleri sevmiyorum. Fakat hayatım çok düz. Ama o hayatın içine yerleştirdiğim şeyler, oyunlar çok çarpıcı. Bir şey yapacaksam yeni, farklı olmalı. Sette
o insanın enerjisiyle birleşince farklı bir şeyler çekmek istiyorum. Ben çok iyi bir gözlemciyim. Çekimde bu
ortaya çıkınca sihirli formül doğuyor.

Fotoğraf çekmek sevişmek gibi
SD-Türkiye’de Bir Erol Atar markası vardı. Birden Nihat Odabaşı çıktı, taşlar değişti.
NO-Erol Atar tabii ki bir marka. Bu işi 30 sene popüler yürütmek çok zor. Ben kendimi marka olarak görmüyorum. Yeni bir soluğum, çok gencim, bu enerji tabii ki benim fotoğraflarımda var. İnsanlar beni sahiplendi. Çok üzülüyorum ‘Yıktı geçti Erol Atar’ı’ diyenlere. Ne demek? Ne haddime düşmüş? Öyle bir şey yok. Herşeyden önce 30 sene sonra birileri de benim için aynı şeyleri söylesin istemem.

SD-Klip yönetmenliği nasıl başladı, kimlere klip çektin?
NO-Deniz Seki ve İzel’e ikişer, Soner Arıca’ya 8 klip çektim. Soner’in sanat yönetmenliğini yapmamla başladı. Sonra yaptığım işler beğenildi, bir kaç dergiyle çalışmaya başladım. Soner’in kliplerinin senaryolarını yazmaya başladım. "Sen çek klibimi" dedi. Dizlerim titreyerek çektim. ‘Yalvarma’ remixti ve patladı. Soner’in bana, benim Soner’e çok emeğim vardır. Nilüfer, Demet Sağıroğlu, Ercan Turgut, Kadir İnanır’ın yeğenleri Hüseyin ve Cevahir’le de çalıştım. Bu insanlar daha önce klip çekmelerine rağmen benimle çalışırken müthiş heyecanlandılar. İzel ona çektiğim ‘Hasretim 2 remix’ kasetini alırken ağladı ve yüreğine bastırdı. Demet’e ‘Allah Görür’ diye bir klip çektik. Herhalde Demet hayatında hiç bu kadar üşümedi. Sabahın 04.00’ü, çok yüksek bir kayanın üzerine tırmandı ve üzerinde ıslak bir elbise vardı. Aşağıya indiğinde 3 saat çenesinin titremesi geçmedi.
2.5 gün hiç uyumadı. Bana olan saygısı ve inancı yüzünden katlandı. Ama sonunda da zatürre oldu kızcağız. Soner’in dövmeli klibini hatırlıyorum; 9 saat dövmelerini boyadılar, ben istiyorum diye sesini çıkarmadı.

SD-Çektiğin fotoğraflar seni tatmin ediyor mu?
NO-Beni tatmin etmiyor, yetmiyor. Fazlasını istiyorum. İnsanların beğenmesi beni onurlandırıyor. Beni her beğenen insana karşı daha iyi fotoğraf çekme isteği başlıyor. Bu mesleki bir sorumluluk.

SD-Fotoğraflarda çok oynamıyor musun? Kadınları tanıyamıyorum.
NO-İyi bir fotoğraf şaşırtmalı. Bilgisayarda belindeki yağları, kol altı kırışıklıklarını alıp bacağını biraz uzatabilirsin. Fotoğrafı iyi kılan kendisi. Delici bakışlar... Bunu bilgisayarda yapamıyorsun. Ben değiştirmeyi ve bilgisayarla oynamayı yanlış bulmuyorum. Bu bir rüya. Belge fotoğrafı çekmiyorum, Ara Güler değilim. Popüler kültür fotoğrafçısıyım. Şarkıcı, oyuncu, manken fotoğrafı çekiyorum. Bunların hepsi sanal. Sizlere yeni imajlar, yeni hayatlar satan bir dünya. Ben yeni hayatları, rüyaları seviyorum. Filmler ne kadar gerçekçi? Onlar senin hayatının
2 saatine sıkıştırdığın bir şeyler.

SD-Kimleri görüntüledin? Sana poz verip de hayatı değişen var mı?
NO-3 yılda hayal etttiğim herkesle çalıştım: Türkan Şoray, Ajda Pekkan, Deniz Seki, İzel, Tarkan, Hande Ataizi, Hülya Avşar, Gülben Ergen, Harika Avcı, Pınar Aylin, Bülent Ersoy, Yıldız Tilbe, Mahsun Kırmızıgül, Nalan, Özcan Deniz. Deniz Akkaya isim yapmamı sağladı. Bence Türkiye’nin en iyi fotomodellerinden biri. Üstelik içinde oyunculuk var. Olağanüstü biri. İşine çok saygılı. Deli gibi çalışıyor. Onunla çektiğimiz kanatlı fotoğrafların her karesi olay oldu. İkimizin de şansı değişti. Gülben Ergen’in hayatı da benim çektiğim fotoğraflarla değişti. Gülben’i çok seviyorum. Özel bir insan. Arada negatif patlayan fotoğraflarım da var. Mahsun Kırmızıgül’e çektiğim leoparlı fotoğraflar bomba gibi patladı. Ama benden de Mahsun’dan da çok şeyler götürdü. Oyun diye yola çıktığımız o fotoğraflar onu üzdü, beni de acıttı. Çeken ben olsam da hesabı veren o fotoğraflardaki yüz oluyor. Hayranlık duyduğum sanatçıların bana verdiği tepkiler mutlu ediyor. Mesela Hülya Koçyiğit; Onunla yan yana gelmek bile müthiş bir şey. Onu sadece perdede görmüşken yanımda bulmak son derece heyecan verici. Fotoğraf çektirmeyi sevmediğini, bakamadığını ya da çıkan sonuçların onu yansıtmadığını söylemişti. Ama çok keyifli bir çekim yapmıştık. Sonucu gördü, çok duygulandı ve objektifi benimle sevdiğini söyledi.
O gün çocuklar gibi heyecanlıydı. Türk Sineması’nın en önemli yıldızlarından olan Hülya Koçyiğit’ten bunu duymak çoook ama çok özel bir duygu. Artık onun filmini seyrederken biliyorum ki perdedeki kadınla aramızda başka bir bağ var. Tarkan’ı, ‘Kıl Oldum Abi’ ile çıktığında gördüm. Garip ama onu çok yakın hissettim. Kendi kendime "Mutlaka bir yerde karşılaşacağız" dedim. Aradan yıllar geçti. Defalarca aynı masada, aynı ortamda bulunduk. Her nasılsa teğet geçtik birbirimize. Bedelli askerlik çıktığında ‘Bir de
yan yana düşermişiz’ dedim kendi kendime. Ve şans! Ben, Tarkan, Mustafa Sandal, aynı yerde, Malatya’da askerlik yaptık. Üstelik Tarkan’la aynı taburdaydım. Yatakhanede de yan yanaydık. Aynı gece nöbet tuttuk, aynı yerde eğitim yaptık ama tanışamadık. Sohbetler sonra başladı. Fotoğraflarımı gördü, beğendi. Döner dönmez çekimi yaptık. Fotoğraflar olay oldu, basın fotoğrafları almak için beni çok sıkıştırdı ve canımı yaktı. Zeynep Tunuslu’nun da katkısıyla o iş hüsranla bitti. Zeynep Tunuslu bütün gösteride başrolü oynayıp ikimizi de çok rencide etti. Arzu etmediğimiz fotoğrafları kullandı, küfür etti... Tarkan’la uzaklaştık.
O, gördüğüm en özel adamlardan biri. O bir star, olağanüstü poz veriyor. Ama biliyorum bir gün yine bir yerde karşılaşacağız. Ajda Pekkan benim starım. O her neslin, her müziğin, her dönemin kadını. Son derece sıcak, samimi ve gerçekten özel biri.
Yeri bende her zaman ayrı olacak.

SD-Keyifle çalıştığın başka isimler var mı?
NO-Deniz Akkaya. Bana güvendi ve korkmadan çırılçıplak soyundu. Ayrıca Gülben Ergen, Esin Maraşlıoğlu... Fotoğraf çekmek, sevişmek gibi bir şey. Esin benim için en iyi partnerlerden biri. Objektife değil, senin gözüne bakar. Seni adeta tahrik eder. Kimi aynaya bakmak ister, kimi müzik dinlemek ister. Ben araya bir şey koymak istemiyorum. Ses, benim sesim olsun. Karşımdaki bana bakacak, ben de ondan istediğimi alacağım, işte
o zaman orgazm oluyorum.

SD-Starların çoğu cahil. Mahalle kızları, kabadayılar... Bunlarla uğraşmak seni yormuyor mu?
NO-Kimseyi cilalayayım diye söylemiyorum; ben spotların altına çıkmayı başarmış kişiye çok saygı duyuyorum. Üzen olmuştur ama ben onlara bu hakkı vermişimdir. Onlar benim starlarım. Onların hayatında eksiklerin olması çok normal. Adamın çaycı olması ve kültürü beni ilgilendirmiyor. Bana şarkı söylesin. Yaşadığı ilişki iyiymiş, kötüymüş, çarpıkmış beni ilgilendirmiyor.
Ben, bana verdiği elektriğe bakarım.

SD-Büyük paralar kazanmadın. Kimden, ne kadar alacağın var?
NO-Birkaç kişiden alacağım var. Şahıslar değil, ödemelerini aksatan şirketler var. Ben de herkese bir kere şans tanıyorum. Türkiye’de 3 önemli şey yaptım. 1) Foto-shop’la tanındım. Bana kızanlar foto-shop kullanıyor.
2) Sözleşme yaptım. Mesela fotoğrafları birbirimizi rencide edecek şekilde kullanamayız. Kaset kapağı için çekilen fotoğraf, reklamda kullanılırsa dava açma hakkım var. 3) Çekim bitse bile ilişkide kalmayı, zarafeti öğrettim.

SD-Kadınları rahat soyabiliyor musun? Yani çekinmiyorlar mı?
NO-Kadınları çıplak da çekiyorum, giyinik de. İnsanlar vücutlarının
ne kadarını göstermek istiyorlarsa
o kadarını gösteriyorlar.

SD-Sana iç geçirten kadın oldu mu?
NO-Bütün hisleri alınmış olarak çekim yapıyorum. 15 kişinin arasında ben karşımdakinin bir yerine bakamam. Ahlaki olarak da doğru bir şey değil. Seni temin ederim, hiç bir çekimde kimseye yan gözle bakmadım.

SD-Ünlülerle ilgili anıların var mı?
NO-Seren Serengil’in Seren halini çok seviyorum. Seren Serengil halinden korkuyorum. Zorlaşıyor, her şeyi isteyen biri oluyor. Onunla biz ne zaman çekim yapsak ya küseriz ya da çekimi terk ederiz. Ama o benim için önemlidir. Benden başkasıyla çalışmaz. Hülya Avşar müthiş dakiktir. İşin çabuk bitmesini ister, en fazla bir saati vardır. En güzel kadınlardan biri olduğu için onu kötü çekmemek telaşıyla gerilirim. İçi-dışı birdir. Beni sevdiğine inanıyorum. Ama arada minicik bir mesafemiz var. Türkan Şoray sete geldiğinde elim-ayağım boşaldı. Onun gerçek olduğuna inanmazdım. O da bana poz vereceği için çok heyecanlıydı. Çok güzel bir çekim yaptık. Bülent Ersoy zor bir insan değilmiş. Erol Atar’a alışkın, ben onun için yeniyim. Birkaç kareden sonra "Yeter evladım" deyip bırakıyor. Ben makaralarca fotoğraf çekerim. Çok gerildim ama ikna etmeyi başardım. Sonunda bana kahkahalarla "Yıllardır o kadar çok fotoğraf çektirdim ve fotoğrafçıları bezdirdim ki Allah bu yaşımda bana Nihat gibi bir bela verdi" dedi. Karşısındaki onore eder. Bana ‘ordinaryus’ der. Starların zor olması normal. Ben o efsaneye dokunan biriyim. Onlar için tehlike de olabilirim, kendilerini korumak zorundalar. Hande Ataizi’ni beğenirim. Kimyamız uyuşmadı, onu güzel çekemedim. Sonra şeytanın bacağını kırdım. Sibel Can’la bir kez çalıştım. Yeni boşanmıştı ve kaset fotoğrafları çekilecekti. Sibel Can hırpalandığını göstermek istiyordu. Basında "Sibel’e ne olmuş" diye çıktı. Ona borcum var, inşallah güzel fotoğraflarını çekerim.

SD-Kendinle ilgili hayallerin var mı?
NO-Umarım hep iyi fotoğraf çeken kişi olarak anılırım. Filmde oynamak, yönetmek. Dünya vatandaşı olmak istiyorum. Nihat Odabaşı olarak ölmek istemem. Uzaya gitmiş bir astronot olmak, kral olmak, katil olmak, fazla insan olmak istiyorum. İçimde bin tane Nihat var, onları sinema yardımıyla açığa çıkarabilirim. MGD’nin, Erol Atar’a onur ödülü vermesini istiyorum. Diğer fotoğrafçılara ve hak edersem bana da verilmesini istiyorum.

SD-Son soruyu sen kendine sor.
NO-"Mutlu musun?" diye sorardım. Mutluluk, elindekinin değerini bilmek ve sahip olmayanları hatırlayıp onlarla tatmin olmak demek. İnsan hayatıyla barışmalı. 34 yaşında karar verdim ki; başarılı olmak değil, mutluluk önemli. Başarı, kadayıfın üstündeki kaymak. Ben hala kendine zaman ayırmayan, Allah’ın verdiği nimetlerin farkında olan ama mutluluk duymayan biriyim. Evet, bugünlük de bu kadar.
Kısmetse cumartesi günü Kuşadası dedikodularında buluşmak üzere
hoş kalın ve hep mutlu yaşayın.


Yazara e-mail: