Cadde ‘Gerçek insanlarla tanıştım Türkiye’yle ilişkim değişti’

‘Gerçek insanlarla tanıştım Türkiye’yle ilişkim değişti’

19.10.2010 - 01:00 | Son Güncellenme:

“Hrant Dink’in öldürümesinden sonra insanlar eyleme geçmeliyiz diye düşündü”

‘Gerçek insanlarla tanıştım Türkiye’yle ilişkim değişti’

Bu yılki Cannes Film Festivali’nde, ‘Hayırsızada / Chienne d’histoire’ filmiyle kısa film dalında Altın Palmiye kazanan yönetmen Serge Avedikian, ödül konuşmasında Anadolu’yla olan bağlarından bahsettti. Nitekim ona ödül getiren belgesel animasyon türündeki filmi ‘Hayırsızada’ da, 1910 İstanbul’unda geçiyor, sayıları 30 bini bulan başıboş sokak köpeğinin bu adaya sürülüp, kaderlerine terk edilmelerini konu alıyordu.
Avedikian, mayıs ayında Cannes’dan ödül almadan bir ay önce İstanbul’daydı. Hayırsız Ada olayından 100 yıl sonra, 2010 İstanbul’undaki sokak köpeklerini konu alan yeni belgeselinin çekimlerini yapmak için.
Avedikian’ın Anadolu’yla bağları Bursalı dedesinden geliyor. Babası Bulgaristan’da, kendisi ise 15 yaşında ayrılacağı Erivan’da doğmuş. Çocukları ise Fransa’da... Tiyatro yönetmenliği ve aktörlük geçmişi olan Avedikian, şu ana kadar yönetmenlik kariyerinde 10’u aşkın kısa film ve altı belgesel yönetti. Geçen hafta ise 47’nci Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde kısa film jürisinde, ulusal kısa filmleri değerlendirdi. Avedikian’la ‘Hayırsızada’yı, yeni belgeseli ve Anadolu’yla ilişkisini konuştuk.

Haberin Devamı

Hayırsız Ada hikayesini nasıl duydunuz? Jön Türkler dönemini araştırırken mi?
Evet, bu dönem üzerine okumalar yaparken hikayeyi keşfettim. Yakında Türkçe’ye çevrilecek ‘Türk Geceleri’ adlı bir araştırma kitabında, üç sayfa bu konuya ayrılmıştı. Ada, gemi ve köpeklerle çok görsel bir konu olduğu için bunun filme dönüşebileceğini düşündüm. Daha önceki iki animasyonumda şiddetin olduğu, zor konular çekmiş olmasaydım, sanırım buna cesaret etmezdim. Elimde belgesel için yeterli malzeme yoktu, bu yüzden belgesel animasyon olmasına karar verdim. Belgesel kısmının gerçeklere dayanması için çok dikkatli davrandım ve geniş bir belge araştırması yaptım. O okumalar filme birçok detay kattı.


1910 İstanbul’unu görsel olarak oluştururken nelerden beslendiniz?
En önemli kaygılarımdan biri o dönemin İstanbul’unu doğru yansıtmaktı. Dolayısıyla işe o dönemin fotoğraflarını aramakla başladım. İstanbul’da birçok çalışma arkadaşım var. Bana o döneme dair nadir fotoğraflar bulup gönderdiler.

Film, Türkiye’de gösterildi. Burada aldığı tepkiler, diğer yerlerdekinden farklı mıydı?Evet, temel bir fark var. Çünkü yurt dışı basınında, Ermeni kökenli olduğum için filmi hemen Ermeni tehciriyle ilgili bir alegori olarak okumak istiyorlar. Halbuki filmin basın bülteninde veya yaptığım bir söyleşide böyle bir şeyden bahsetmedim.

2010 İstanbul’undaki sokak köpeklerini işleyen filminizi tamamlamak üzeresiniz. Sizi tekrar bu konuya çeken ne?
100 sene sonra şehrin insanlarının köpeklerleilişkilerini, devletin bu konudaki tutumunu araştırmaktı amacım. Ama filmde köpekleri kollamaya çalışan insanlar, Türkiye’nin Avrupa ile ilişkilerinden bahsediyor. Onların gözünde Türkiye’nin AB’ye girmesi için bu köpekleri ortadan kaldırması istenecek. Türkiye’nin AB üyeliğindeki tek engel sokak köpekleri değil. AB’nin Türkiye’yle ilişkisini sağlıksız buluyorum. AB, Hıristiyan bir kulüp. Ama zihinlerdeki fark, dinden kaynaklanmıyor. Türkiye’nin ve Osmanlı’nın geçmişi bunda önemli rol oynuyor.

Türkiye’ye nasıl bakıyorsunuz?
80’li yıllarda Türkiye’ye gelmekle ilgili korku ve endişelerim vardı. Çevremdeki hâlâ böyle hisseden insanlar var. Demek ki 1915’den üç kuşak sonra bile insanlar bunu çok şiddetli bir acı olarak hissetmeye devam ediyor.

Sizin Türkiye’yle olan fikirlerinizi değiştiren ne oldu?
İlk olarak dedemin köyü Sölöz’deki insanlarla tanıştım. Bu insanlara ya yaşananlarla ilgili hiçbir şey anlatılmadığını ya da gerçekte ne olduğunu konuşmakta zorlandıklarını fark ettim. Benim Türkiye’yle ilişkimin değişmesinin bir sebebi de, bu konuda adım atan kişilerle tanışmam. Özür diliyoruz kampanyasını başlatan entelektüeller gibi.
Hrant Dink’in öldürülmesinin ardından bu konularda atılan adımlar hızlandı. En azından sivil toplum bazında bir şeyler yapmak isteyenler arasında bir güven sürecine girildi. Diğer yandan devletler ve hükümetler boylarını aşan bir baskıyla karşı karşıya. Bütün arkadaşlarımı Türkiye’ye gelmeye, Anadolu’yu görmeye teşvik ediyorum. Hayallerinde kurdukları Türkiye’den çıkmaları, toprağa ayak basmaları ve buradaki insanlarla konuşmaları gerekiyor.
Naif olmaya gerek yok tabii. Milliyetçiler tarafında olayın şakaya gelir tarafı yok. Ama sivil toplum, şu anda yaşadığımız değişim döneminde belirleyici olabilir.