Gülay Afşar

Gülay Afşar

gulay.afsar@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

O kadar sevdik ki, başına gelen talihsizlikleri açıklamak imkansız... Olsa olsa ‘nazar‘dır!

Yoğun bir hafta yaşadım. Hugh Jackman’la başlamak heyecanlı oldu... Önce röportaj yaptım, sonra gösterisini izledim. Bu yazıda da, o gösteriden izlenimlerimi paylaşacağım. Çünkü biz; ben ve yaklaşık bin kişi (ilk gece gelenler) oyuncunun gösterisini izleyebilen şanslı azınlık olarak kaldık.
İlk performansın ardından, Jackman’ın ses tellerinde kanama olması üzerine düzenlenmesi beklenen üç gece iptal oldu.
Hugh Jackman’a hem buradaki, hem de Amerika’daki doktoru iki hafta ses tellerini dinlendirmesi gerektiğini; aksi takdirde ya ameliyat gerekeceği ya da sesini kaybetme riski olduğunu söylemiş. Oyuncu hâlâ burada ama dinleniyor...

Jackman’ı neden çok sevdik?
Ne diyelim, geçmiş olsun dileklerimizi iletelim ama yazık oldu. Ben tanıştım diye söylemiyorum, performansını izleyebilen herkes onu çok sevdi. Hatta Russell Crowe’dan daha çok sevdik, ayakta alkışladık. İyi bir ses, iyi bir yorumcu, iyi bir dansçı ve çok iyi bir hikaye anlatıcısı, üstelik hepsini bir arada enerjisini yüksek tutarak yapabilen bir aktör. En çok da sahnedeki samimiyetiyle Türk seyircinin kalbini kazandı.
Nitekim;
- Sahneden inip karısına sarıldığında, ‘Ne sadık bir koca!’ diye düşündük...
- İçimizden biri olan ‘Fatoş’u sahneye çıkarıp dans ettiğinde, hepimiz mutlu olduk.
- Ömrü boyunca bir gün bile tatil yapmadan çalışan babasının, oğlunun Carnegie Hall’daki gösterisi için 24 saatliğine Avustralya’dan New York’a geldiğini anlattığında duygulandık.
- Bora Uzer’le sahneyi paylaştığında, Türk müzisyene gösterdiğe saygıyı fark ettik.
- Mikrofonu getiren görevli ‘Ferhat’ın adını ezberleyip, her seferinde ona adıyla hitap edip, Türkçe teşekkür etmesine bayıldık.
İngilizce bir söz vardır; “Too good to be true” yani; “Gerçek olamayacak kadar iyi” bir adam Hugh Jackman. Böyle olunca da yaşanan talihsizliği başka türlü açıklayamıyorum, olsa olsa ‘nazar’ olur diyorum.

Haberin Devamı

HUGH JACKMAN’A NAZAR MI DEĞDİ
‘Eldeki kuş değil, teldeki kuş’

Haberin Devamı

Haftanın en sıcak, en eğlenceli ve en şirin filminden bahsetmeden geçmeyeyim... ‘Kocan Kadar Konuş’, vizyonda. Ezgi Mola ve Murat Yıldırım başrollerde... Hafta sonu biraz keyfimiz yerine gelsin diyorsanız, kaçırmayın. Şebnem Burcuoğlu’nun aynı adlı kitabından çoğunuz haberdar olmuşsunuzdur. Kitaptan filme uyarlandı ve film kitabın üzerine geçmiş.
Yönetmeni ve senaristi Kıvanç Baruönü: “Filmde erkeklerin nasıl düşündüğünü göreceğiz” diyor. Ezgi Mola da: “Erkekler de filme gitmeli ki, başlarına neler geleceğini bilsinler.”
Son tahlildeyse ‘koca bulmak’ mevzuunda film ekibiyle hemfikir olduğumuz nokta; ‘önemli olan kendin olmayı becerebilmek.’
Yine de filmde Nevra Serezli’nin oynadığı ‘Peyker Hanım’ın söylediği bir söz aklınızda kalsın: “Erkekleri elinizde tutmak için eldeki kuş değil, teldeki kuş olmalısınız.”

Savaşa karşıyız

Çanakkale Zaferi’nin 100’üncü yılı nedeniyle sinemada Çanakkale çıkan hikayelerle ilgili sohbet etme fırsatım oldu. Haftanın anlam ve önemi dolayısıyla Russell Crowe’un Türkiye’de ve Avustralya’da vizyona giren filmi ‘The Water Diviner’ın ardından Avustralya’yı komşu kapısı yapan Yılmaz Erdoğan’la buluştum.
Erdoğan için filmin fırtınası devam ediyor. Avustralya’de ödüllere layık görülüyor. Eleştirmenler tarafından da ödüllendirildi. Anlattıkları arasından Çanakkale’ye dair; “Her savaş yanlıştır ama bazıları savaşın yanlışlığını ortaya çıkarır” derken, Güney Avustralya’da sokaklarında 3 - 4 kişinin dolaştığı köyde Türk lokumu ve ekmeği satıldığını anlattı.
Erdoğan’a hak veriyorum. 100 yıl sonra öykünün yaşayan kısmı bunlar ve Çanakkale’yi diğerlerinden farklı kılan da böyle insan hikayeleri.