KENDi MÜZENiZi GEZMEK iSTER MiSiNiZ?

Pazar günleri İstanbul Feriköy’de bir ‘Antikacılar Pazarı’ kuruluyor. Geçen pazar arkadaşım aradı, “Çok değişik bir yer, götüreyim mi seni” dedi. Antikaya ilgim yok. Belki de öyle bir kültürüm yok, bilemiyorum. İkinci el eşya da sevmem ben. Bir dönem başkasına ait olan şeyi hiçbir zaman kendime ait hissedemem...
Alışveriş için değil ama görmek için gitmek istedim, kalktık gittik.
Pazardan içeri adımımı attığım andan itibaren zaman tünelinde gibiydim.
Meğer buradaki ‘antika’dan kasıt ‘geçmiş’ demekmiş...
Bir tezgahta oyuncak tren var. En fazla dokuz yaşımdayım. Babam almış ve biz üç kız kardeş heyecanla babamın o elektrikli treni çalıştırmasını beklemişiz. Tren rayların üzerinde dönüyor, gözümüzü ayırmadan saatlerce seyrediyoruz. Hayalimde yolcular indiriyor, yolcular bindiriyor, hayatlar kuruyorum...
Bir başka tezgahta Resimli Bilgi ansiklopedisi...
Yine ilkokuldayız.
Ablam ödevini yapıyor... Benim gözüm üzerinde, gıcır gıcır sayfalarını ya kırıştırırsa diye...
Biraz ileride minicik şişeler içinde Tekel’in likörleri... Elma, gül vs. ne ararsan var. Babaannemin evindeyim şimdi de. Büfede duruyorlar, içi boşaldıktan sonra çayla doldurulmuş viski şişelerinin hemen yanında...
Bir kahve fincanı...
Annem “Elleme” derdi ama ben evcilik oynarken illa onu alırdım. Kırıldığında ne kadar çok korkmuş, uhu ile yapıştırmaya çalışmıştım. Altı yaşımda filandım. Bu ilk büyük korkum, pişmanlığım ve beceriksizliğim miydi acaba...
Telsizler ve tabii ki 80’ler... “Brek brek” diye beklemeler...
1990’lı yılların gazeteleri... Bu kez 20’li yaşlarımdayım. Gazeteciliğe yeni başlamışım ve gerçekten küçük dağları ben yaratmışım. Nasıl da her şeyi ve en doğrusunu bildiğimi sandığım yıllar...
Ayakkabıdan mobilyaya, posterden plağa geçmişinize ait ne ararsanız var burada.
Özlemden herhalde, çok ağladım o gün o pazarda ama kendi müzeme yolculuk öyle iyi geldi ki bana.
Bu pazar imkanınız varsa siz de gidin. Hiçbir şey almasanız da sırf “Yaşadım” diyebilmek için...

Haberin Devamı

GÖSTERMEDEN KIYMETİ YOK MU?

Haberin Devamı

Sevgililer Günü...
Çiçekçi aldığı siparişleri işyerlerine yetiştirme telaşında. Bunu gören adam soruyor: “İnsanlar böyle özel bir günde neden sevdiklerine aldıkları çiçekleri kendileri vermiyor da sizin götürmenizi istiyor?”
Hafiften bilge çiçekçi yanıtlıyor: “Bazıları işyerlerine gelsin ister çiçeği. Çünkü sergilenmedikçe onlar için aşkın hiçbir değeri yoktur...”
Bu, bir filmin beni en çok etkileyen sahnesiydi. Kafamda şimşekler çaktı...
Evet, eğer başkaları bilmezse; aşkın, başarının, mutluluğun, iyiliğin ve hatta yediğinin içtiğinin bile değeri yok...
Elimizde kaldığı kadarıyla kullandığımız sosyal medya, işte çoğumuzun içindeki bu hissiyatın dışa vurumu.
Yaşadım, biliyorum.
Çok güzel şehirler, ülkeler gördüm ama fotoğraftan, üstelik kendi çektiğim fotoğraftan...
Gittiğim yerleri fotoğraflamaya ve hemen sosyal medyada paylaşmaya öyle kaptırmışım ki, olayın bütünlüğünden ve içinde bulunduğum andan kopmuşum. Sanırım bilinçaltımda, “Ben buradayım” demek, belki de başkalarının özenmesini sağlamak var...
Bunu fark ettiğimden beri önce içinde olduğum anın tadını çıkardım sonra vakit kalırsa fotoğrafladım...
Her ne yaşıyorsak kendimize...
Yaşadıklarına değer katan, bundan bir başkasının haberinin olması değil, senin yaşadığın şeyi değerli bulman...
Göstere göstere değil; sindire sindire kıymetleniriz...

Haberin Devamı