Cadde ‘Kalbim Türkiye’yi istedi’

‘Kalbim Türkiye’yi istedi’

29.10.2001 - 00:00 | Son Güncellenme:

Kazakistan’da başlayan kariyerini Türkiye’de sürdüren, dünyaca ünlü besteci ve piyanist Anjelika Akbar’la müziği, felsefeyi, içinde büyüdüğü sosyalizmi ve tacizi konuştuk...

‘Kalbim Türkiye’yi istedi’

‘Kalbim Türkiye’yi istedi’

Kazakistan’da başlayan kariyerini Türkiye’de sürdüren, dünyaca ünlü besteci ve piyanist Anjelika Akbar’la müziği, felsefeyi, içinde büyüdüğü sosyalizmi ve tacizi konuştuk...

BULUŞMALAR / AHMET TULGAR

Anjelika Akbar (33), yolu Özbekistan’dan Türkiye’ye düşmüş bir klasik müzik bestecisi, bir konser piyanisti. Klasik müzikteki popülerleşme eğiliminin uluslararası platformda da tanınan bir temsilcisi. Önümüzdeki günlerde, Vivaldi’nin ‘Dört Mevsimi’ndeki bütün enstrümanları bir piyanoya sığdırdığı sıradışı albümü tüm dünyada piyasaya çıkacak.

Nasıl yolunuz düştü Türkiye'ye? Pek de öyle bir klasik müzik merkezi sayılmaz burası...
Ben Özbekistan’dayken evlenmiştim. Kırım Türk’ü kocam senaristti. Onunla UNESCO’nun bir film projesinde çalışıyorduk. Ben filmin müziklerini yapıyordum. Çekim için çeşitli ülkelere gidiyorduk. Hamileliğimin sekizinci ayında Türkiye’deydik. Çocuğumu burada doğurdum ve burada kaldım.

Bebeğiniz mi başka yere gitmek istemedi?
(Gülüyor). Hayır. Kalbim burayı istedi.

Kıskançlık boşattı
Kocanızdan niye ayrıldınız?
Kıskançlık. Sahneye çıkmamı istemiyordu.

Sahne sizin için aşktan önemli midir?
Aşk benim için ilk önce birinci plandaydı. Onun için yedi yıl dayandım. Ama bir nokta geliyor ki, ben neredeyse müzikle doğdum, bu insansa hayatıma çok sonra girdi. Ruhum parçalanıyorsa ben müziği yapamadığım zaman, o ruhtan aşk da gidiyor.

Piyano çalmaya ne zaman başladınız?
İki buçuk yaşında başladım. Aslında daha doğmadan önce başladım, çünkü annemle babam, onlar da müzisyen. Babam orkestra şefi ve filozof aynı zamanda, şu anda Kiev Üniversitesi'nde felsefe kürsüsü başkanı. Annem de koro şefi ve piyanist.

Eski Sovyetler Birliği'nde kültür, entelektüel etkinlik çok önemliydi, değil mi?
Çok.

Sosyalizmin yıkılmasıyla kültüre, sanata verilen bu ağırlıkta azalma oldu mu?
Evet. Her zaman Batı'ya büyük bir özenti oluyordu eskiden, kapalı bir demir perdeydi, biliyorsunuz. Ve sosyalizm yıkıldıktan sonra her şey Amerika’ya, Avrupa’ya yöneldi. Ve iyi örneklerin yanı sıra kötü örnekler de alındı.

Sosyalizm dönemini net hatırlıyor musunuz? Daha mı iyiydi?
İnsanlar o zaman bir kapalı kutuda yaşıyordu. Ve aslında ideolojik sistem o kadar iyi çalışıyordu ki insanlar kendilerini mutlu zannediyordu. "Ne kadar güzel SSCB'de olmak, Allah korusun, başka bir yerde yaşamış olsaydık, ne olurdu" diyorduk. 18 yaşına kadar böyle düşündüm ben. Ben çok elit bir çevrede büyüdüm. Sanatçılar, doktorlar, avukatlar. Her şey masmavi, pembe görünüyordu. Böyle parlak bir dünyaydı. Yurtdışına çıkamıyorduk, bir takım şeylerden ayrı kaldığımızı düşünmüyorduk. Kendimizi çok iyi hissediyorduk.

Ama zaten mutluluk böyle bir şey değil midir?
Tabii. Ama şimdi anlıyorum ki, biz dünyayı tanımıyorduk. Bu sistem kırıldıktan sonra insanlar şaşkınlık geçirdiler. Bu, onların hem ufuklarını açtı hem de bilinçlerinde yaralar açtı. İnsanlar Batı'ya çıktıkları zaman bir markete girip oradaki çeşitliliği görünce kalp krizi geçiriyordu. Orada bir tek sucuk türü bulunuyordu, hepimiz onu yiyorduk. 20 tür sucuğu görünce yaşlı insanlar kalp sektesinden öldü.

Şimdiki durum için ne diyorsunuz?
Şimdi yönetim mafyanın eline geçti. Ben şimdi ülkemden Türkiye'ye gelenleri görüyorum, son derece kültürsüz bir kesim geliyor. Ve ben oradan olduğumu söylemeye utanıyorum şimdi. Artık gerçek sanatı, gerçek bilimi yapan insanlar ya orada son derece zavallı bir hayat geçiriyorlar ya da oradan kaçıyorlar.

‘Sosyalizm çok iyiydi’
Demek ki sosyalizm iyi bir şeymiş.
Tabii, kötü bir şey değildi. Düşünün eğitim parasızdı; en parasız, en uzak köyden insan geliyor, bir üniversitede okuyup en parlak bilim adamı olabiliyordu. Şu anda Batı'da böyle bir sistem yok. Çocuk içine doğduğu dairenin içinde dönüyor, kalıyor. Onun çocuğu da aynı. SSCB'de benim okuduğum okul üstün yetenekli çocuklar içindi. Moskova Konservatuvarı'na bağlı. En iyi profesörler her yıl en uzak köylere gidiyor, çocukları sınavdan geçiriyor ve yatılı okula alıyordu. Oradan dünya çapında insanlar çıktı. Sağlık da parasızdı. En zor ameliyatlar parasız yapılıyordu.

Babanız felsefeden para kazanıyor muydu?
Tabii. Sıradan okul öğretmeni bile çok iyi para alıyordu. Doktorlara, öğretmenlere çok önem veriliyordu. İnsan ekmek parasını düşünürken çocuklara nasıl eğitim verebilir?

Siz klasik müzikteki, yeni bir eğilimin, daha popüler bir tarzın temsilcisisiniz, değil mi?
Evet, 50'li yıllarda klasik sanatçılar sadece sanatçıların anlayabileceği bir müzik yapıyordu. Halbuki Mozart da zamanında popüler müzik yapıyordu. Benim için müzik amaç değil, iletişim kurmak için bir araç.

Uluslararası platformda neredesiniz?
Yeni albümümde Vivaldi'nin 'Dört Mevsimi'ni piyanoya uyarladım. Ve 'Sony Classics'in uluslararası kataloğuna kabul edildim. 'Dört Mevsim'le şu mesajı vermek istedim: İnsanlar doğaya o kadar zarar verdi ki, artık mevsimlerin o Vivaldi'nin yaşadığı dönemdeki döngüsü bozuldu, buna karşı durmalıyız.

‘Dolaylı yoldan taciz etmek istediler ama...’
Peki, siz burada piyano çalmanın yanı sıra neler yapıyorsunuz?
Asıl bestecilik eğitimi aldım. Klasik besteler yapıyorum, daha popüler müzikler yazıyorum. Mesela Can Dündar'ın köy enstitüleri belgeselinin müziğini yazdım. Aynı zamanda da konser piyanistiyim. Babam değil sadece, ben de felsefeciyim. Doğu felsefesi beni müzik kadar çekiyor. Rusça'dan bir felsefe kitabı çevirdim, yakında çıkacak. Batı - Doğu sentezi beni çok çekiyor. Süleyman Erguner'le bir çalışma yaptık. Piyano - ney sentezi.

Tasavvuf müziği mi?
Evet. Kaydı yapıldı. İnşallah o da çıkacak yakında.

Çevrecisiniz galiba.
Evet. Ve vejetaryenim ben. Öldürülen hiçbir canlının etini yemem.

Görsellik de önem kazandı klasik müzikte, değil mi? Daha hoş kadınlar, daha şık kıyafetlerle sahneye çıkıyorlar filan.
Çünkü en iyi müzisyenlerin konserlerinde, ben üzülüyorum, İdil Biret'in konserinde bir kere AKM'de, yedi kişi dinliyordu.

Anjelika, çok güzel bir kadınsınız. Dulsunuz. Ve maalesef eski sosyalist bloktan gelen kadınlara yönelik bir taciz söz konusu. Size de tacizde bulunuldu mu?
Hayır. Allah'tan ben buraya eşimle geldim. Çocuk sahibiyim. Allah'tan kocaman bir kurum, konservatuvar bulunuyordu arkamda. Dolaylı yoldan taciz etmeye çalışanlar oldu ama o kadar.




MAGAZİN