Cadde “Kurtuluş Savaşı’nı ayağımızda çarıklarla kazandık”

“Kurtuluş Savaşı’nı ayağımızda çarıklarla kazandık”

06.02.2011 - 01:00 | Son Güncellenme:

Dün ilk bölümünü yayımladığımız Muazzez İlmiye Çığ röportajı, bugün de sürüyor. Ünlü sümerelog, Kurtuluş Savaşı yıllarını ve eski İstanbul’u anlatıyor

“Kurtuluş Savaşı’nı ayağımızda çarıklarla kazandık”

* Cumhuriyet döneminde Topkapı Sarayı nasıldı?
Bir keresinde Atatürk gelmiş İstanbul’a, doğrudan saraya gitmiş. O sırada müze müdürü padişah portrelerinin temizliğini yaptırıyormuş. Herkes korkmuş bir şey söyleyecek diye. Portreler temizleninceye kadar beklemiş ve sonrasında “Bunları bir salonda sergileyin” demiş. Tarihi, sanatı tepen biri insan değildi Atatürk. Hiçbir şeye “Ucube” demedi. Cumhuriyet’in ilanından altı ay sonra Topkapı Sarayı, müze oldu.

* Eşiniz Kemal Çığ’ın Topkapı Sarayı’na getirdiği yenilikler neler oldu?
Bizim zamanımızda öyle perişandı ki saray, su bile yoktu. Yeraltındaki sarnıçtan su taşırdık. Rahmetli eşim, 1960’ların sonuna doğru İstanbul’un yangın borusundan su bağlattı saraya. Elektrikler sürekli kesilirdi; jeneratör yaptırdı. Tuvaletleri yaptırdı. Çiniler, hazine, padişah kıyafetleri yerinde teşhir edildi Günde iki defa dolaşırdı sarayı.

* Sizin İstanbul’da en sevdiğiniz yer neresi?
Boğaz’a gitmekten çok zevk alıyorum. Köprülere ben hiç kızmadım. “Onlar İstanbul’un süsü olacak” dedim. Öyle oldu. İstanbul kapkaraydı. Şimdi aydınlandı.

* Kızdığınız şeyler var mı?
Her yere daracık sokaklar yapıldı. Kimse, “Büyük caddeler yapalım” demedi. İptidai olarak büyüdü İstanbul. Bir de gecekondulara kızıyorum... Anadolu’dan gelip perişan olan ailelere üzülüyorum. Evlerini sel bastığında yüreğim acıyor. İstanbul’da çok fazla çarpık yapılaşma var. Eskiden Gayrettepe, Levent, Ulus bomboştu. Şimdi şehircilikle hiç ilgisi olmayan bir yapılaşma hakim buralara. Böyle kafasızlık nasıl olur? Hadi başta bilgisizdik diyelim. Peki şimdi? Bulgaristan’da, Romanya’da bile kocaman meydanlar var. Bizim Beyazıt Meydanı bile kötü.

Haberin Devamı

“Turgut Özakman’ı herkes okumalı”
* Bursa, Eskişehir ve Ankara’da yaşadığınız dönemlerde İstanbul nasıl algılanıyordu?
O küçük şehirlerden bakınca bambaşka geliyordu İstanbul. Bursa’da Maksim Cadde vardı. En büyük cadde orasıydı. İstanbul’a gelince orası sokak gibi göründü gözüme. “Maksim’den büyük caddeler varmış” dedim. Deniz filan bir hayli heyecanlandırdı. İstanbul’a gelince çok şaşırdım.

* Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş döneminde siz nasıl etkilendiniz?
İmparatorluğun çöküşünü çocukluk halimle algılamadım. Ama ben Kurtuluş Savaşı’nı gördüm tabii. Savaşın içinde kaldık. Halkla beraber göç ettik. Büyük sıkıntılar yaşadık. Bursa’dan kaçıp Çorum’a geldik, halamın evinde oturduk. Babam orada öğretmenlik yaptı. Orada huzur bulduk.

* Yunan askerinin Bursa’ya geldiği güne dair unutamadığınız ne var?
Babam öğretmendi, okulun kocaman bayrağını elinde taşıyarak eve girdi. Annem “Ne yaptın sen? Öldürecekler seni yolda” dedi. Babamın, “Mektebe gireceklerdi, bayrağı alacaklardı nasıl bırakabilirdim?” dediğini gayet iyi hatırlıyorum.

* Savaş tüm halkın göç etmesine neden oldu öyle mi?
Tabii, hem de nasıl. Babam Bursa’da Pazarcık’ta öğretmendi. Şimdi adı ‘Pazar yeri’. Orayı yunanlar işgal etti. Arkasından İnönü geldi, onları gönderdi. Birinci İnönü Savaşı yaşandı. Biz mecbur olduk Eskişehir’e gitmeye. Ama oraya da arkamızdan düşman geldi. Türk askerinin elinde hiçbir şey olmadığı için vakit kazanma amacıyla Atatürk, “Düşmanı içeriye doğru çekelim, teçhizat almak da zorluk çeksinler ve zaman kazanalım” dedi. O zaman Eskişehir’i de boşaltılar.

* Eskişehir’den nasıl kaçtınız?
Trenle Ankara’ya gittik. Oradan eşekler üzerinde beş günde Çorum’a gittik. Millet döküldü yollara. Vasıta yok, hiçbir şey yok. O vaziyette kaçmaya başladık. Neredeyse Ankara’yı da boşaltacaklardı. Ankara’daki cephaneyi Anadolu’ya taşıyorlardı. Trenin altı cephane doluymuş. Üstünde biz oturuyorduk.

* O dönem İstanbul hükümetinden bir beklenti var mıydı?
Herkes canının derdindeydi. Düşman geliyor, duyuyoruz. Nasıl öldürdüklerini, nasıl yok ettiklerini, yaktıklarını, kadınlara tecavüz ettiklerini, yağma yaptıklarını duyuyorduk. Onun için herkes kaçıyordu. ‘Nutuk’ta halkımızdan neler istendiğini görseniz gözleriniz yaşarır. Ayaklarda çorap yoktu. Hiçbir şey yoktu. Yunan askerler ayaklarında botlar vardı, bizimkiler çarıkla perişan haldeydi. O vaziyette kazanıldı bu savaş.

* İstanbul’da hükümet karşıtlarından nasıl destek geldi?
Fransızların İstanbul’da el koyduğu devletin cephanesini kaçırdılar. Ölüm pahasına... Teknelerle Kastamonu’na, yani İnebolu’ya getirdiler, oradan kadınlarla çocuklar kağnılarda cepheye taşındı. Erkek yoktu zaten. Balkanlar’da, Çanakkale’de, Doğu’da Rus savaşında insanımız kalmadı. Böyle savaş kazanıldı. Biz Çorumdaydık. Lozan Antlaşması’yla büyük şenlikler yapıldı. Arkadan Cumhuriyet ilan edildi, kutlamalar oldu. Şimdi kimse bilmiyor. Çok üzülüyorum. Turgut Özakman’ın kitaplarını okuyun. Dördünü de herkesin okuması lazım.

SÜMERLERİN TÜRKLERLE İLİŞKİSİNİ ARAŞTIRIYORUM
* Yeni bir kitap hazırlığınız var mı?
Sümerlerin Türklerle bağlantısı üzerine kanıtları topluyorum. 500 yıl önce yazılan Farsça lügatte Türkçe’de mevcut olan Sümer kelimeleri bulundu. Ayrıca Sümerler kendilerine ‘Kenger’ diyorlar. Türklerde en eski boymuş ‘Kenger’. Anadolu’da Kenger adında bir köy var, bitki var, sakızı var, yemeği var. Soyadı Kengeroğlu olan bir gençten e-mail aldım. Bu kadar rastlantı olabilir mi? Destanlarda efsanelerde ve yer adlarında da benzerlikler var.

* Sümerbank’ın ismi bu nedenle mi konuldu?
Atatürk koydu. Niçin? Bu bilimler tarihte ilk çıkıyordu. Etibank ve Sümerbank adını verdi. Sümerler’le bir bağlantımız olduğu iddia ediliyordu ama ispatlanmasını istiyordu. Bu bilimlerin halk tarafından incelenmesini istedi. Yeni bilgilerdi. Ben onun için Sümerler üzerine çalıştım. Halka insin istedim. Öyle de oldu, değil mi?