Sevgi çeşit çeşit, yeğen


Ege’nin güneşini, denizini, kokusunu sevmek kolay. Karadeniz’in dağını, deresini, ağacını; hırçın doğasını, karanlığını, değişkenliğini sevmek ise kara sevdaya tekabül ediyor


Bu gidişle Haşmet’in (Babaoğlu) Kuzey Ege’de zeytine düşmesi misali ben de Doğu Karadeniz’de karayemişe, fındığa bağlayacağım. Oysa kendimi illa ki kategorize etmem gerekse, ‘deniz insanı’ olarak tanımlardım. Koy beni Ege’de bir kıyıya, saat başı sudayım. Ya şnorkel, ya tüp, ya tekne, hatta en güzeli, hiçbir şeyle... Gündüz güneşte kavrul, akşam esintili bir sofrada muhabbeti derinleştir, sonra yeniden hafiflet, esriyerek geceyi kapat.
Sevgi çeşit çeşit, yeğen. Ege’nin kışın bile ısıtan güneşini, lacivert muhteşem denizini, Batı kültürünü, balığını-rakısını sevmek kolay, eğlenceli, gevşek bir hal... Karadeniz’in dağını, deresini, ağacını; hırçın doğasını, müziğini, karanlığını, değişkenliğini sevmek ise kara sevdaya tekabül ediyor.
Ben seçimimi karadan yana yaptım, yapacağım yeğen. Yıldızların bu kadar muhteşem parlarken seni gözleyeceğini, güneşin bu kadar güzel batabileceğini, ayın bu kadar şaşırtıcı doğacağını, dalından kopardığım böğürtlenin bu kadar lezzetli olacağını bilmezdim.
Şehir çocuğuyum, ondandır yeğen. Kimbilir sen ne zaman göçtün büyük şehre. Arada bir ziyaret edebileceğin bir memleketin varsa, çok şanslısın. Yoksa, kimliğini bulmak için internette dolanır durursun. Sana ait olmayan şarkıları ezberler, seni anlatmayan dillerde konuşur, seni tanımlamayan kültürlere sığınırsın.

Haberin Devamı

Alboka, tulum, yabanmersini
Sonra bir gün misal, bir Basklı’yla horonda tanışırsın. Basklı Idoita’nın derdi ne evet, ne hayır’dır. Sana tulumu, tulumcuyu sorar. Çünkü kendi topraklarında da tuluma çok benzeyen bir çalgı vardır; alboka. 100 kişilik bir grubun albokayla çalınan eski, unutulmuş ezgileri topladığını öğrenir, şaşarsın.
Işıklı’dan Siprona’ya, oradan Küçük Yayla, Mağara Yaylası ve en nihayet Balıklı’ya kadar keçi gibi çıkar, yerlisinin şaşmaz cümlesiyle karşılanırsın: “Nerdensin?”
İstanbullu olduğunu söylemen kesmez, hatta yüzlerin buruşmasına neden olur. Öyle ya, herkesin çoluğu çocuğu, kocası, dayısı bir şekilde şehre göç etmiştir. Asıl soru, memleketinin neresi olduğudur. Büyük ihtimalle eve davet edilir, ateşin başında akşam yemeği hazırlıklarını izlersin.
Tekrar yola koyulursun, gün senindir. Yol kenarında durup iyice olgunlaşmış böğürtleni, ahududuları ve yabanmersinlerini toplar, avuçlarına doldurursun. Ayder’den Kavrun’a çıkarsan, Yusuf’un yerine uğrayıp çayını hüpürdetir, karısının yaptığı taze yaban mersini reçeline çatalını daldırırsın.
Yaylanın güneşi, rüzgarla birleşince adamı fena haşlar yeğen. Değil 30-50 koruma faktörü bile işe yaramayabilir. En güzel koruma, bakkalda bile bulabileceğin bir yazmayı kafana dolamandır.
Ama dağlar birdenbire dumanlanabilir, hava bozabilir. Ağustosta bile her an kafandan aşağıya deli bir yağmurun, bazen dolunun boşalabileceğini bilmelisin. Yükseklerdeki yaylalara ekimden sonra çıkmanın zorlaşacağını, yolların kapandığını öğrenirsin. Kaçkar’ın zirvesinde karı da görürsün yazın ortasında. En güzeli, çadır kurarsın. “Hışımla bir sigara tüttürür ve tarafsız bir uykuya dalarsın...” (Charles Bukowski)



BUNLARI YAPMADAN DÖNMEYiN

-Şehirde organik diye keklendiğiniz her şeyin sahicisi burada. Dalından koparın meyveleri. Karayemişin ve şuk’a’nın (dikenli salatalık) tadına mutlaka bakın.
-Kavrun (Çamlıhemşin), Kafkasör (Artvin) ve Ayder’e hava açıksa herhangi bir binek arabayla çıkılabilir. Ama Siprona-Küçük Yayla-Balıklı veya Çamlıhemşin-Pokut-Amlakit-Palovit istikametinde illa ki 4X4 veya minibüs lazım.
-Buraya kadar gelip horona burun kıvrılmaz. Dakika başına harcayacağınız kalori miktarının ve eğlencenin hiçbir şeyle kıyası yoktur. Bilmezdim, öğrendim: Horon TEPİLMEZ. Horona durulur veya vurulur.
-Laz Böreği yemeden asla dönmeyin. Ardeşen’i geçip Hopa istikametinde giderken Fındıklı’da durun. Meydandaki camiyi geçin, Yörem Tatlıevi’ni bulun. Laz Böreği şahane!
-Çamlıhemşin’de Konaklar Mahallesi’ni ziyaret edip, Gürcü ustaların yaptığı 200 yıllık eski ahşap evleri inceleyin.
-Fındıklı’dan Çağlayan’a çıkın, ‘dolma taş’ mimarisi kullanılarak yapılan müthiş güzellikteki Laz evlerini görün. İstanbul’daki kötü inşaat örneklerinin sahipleri, Laz olamaz!
-Benzincide, bakkalarda illa ki CD bulursunuz. Marsis, Fatih Yaşar ve illa ki Kazım Koyuncu dinlemeden bu yolun tadı çıkmaaz!
-Karadeniz’e kadar gelmişken denizini merak ediyorsanız üşenmeyin, Hopa’da Kopmuş’a gidin. Kopmuş Beach, en azından o berbat otoyoldan uzakta kalabilmiş ender noktalardan.
-Mıhlama yemeden asla! Her yerde bulabilirsiniz ama en güzelini Plato’da Mola’da (Pokut Yaylası, Çamlıhemşin) yedim.
- Tereyağında alabalık (Pınar Tesisleri-Çamlıhemşin yolu), hamsili ekmek (Hopa’da Leyla Oral Hanımefendi’nin ellerinden), tabii ki Karadeniz Pidesi (Hopa merkezde Gazi Pidecisi).

Haberin Devamı