Glamour, Taksim ve astroloji

Glamour dergisini bilen bilir. Conde Nast‘ın birçok ülkede yayımlanan, düzenli aldığım kadın dergilerinden. Sayfalarında moda, güzellik vs konularda eğlenceli yazılar bulunur.
Geçenlerde Rolling Stone dergisinin yayın yönetmeni Mehmet Tez aradı, “İtalya Glamour’dan iki kız geliyor. Benimle İstanbul’un gecelerini gezmek istiyorlar” dedi. Hoşuna gitmiş ama öte yandan “Kokoş bir kadın dergisi neden benim gece hayatımla ilgileniyor ki?” şaşkınlığı içerisindeydi. Cumartesi akşamı için sözleşmişler; eklendim gruba.
Geceye Otto Santral‘de yemekle başlayalım dedik; leş Taksim turundan önce bir alıştırma olur düşüncesindeydik. Ama kızların programı sarkmış, buluşma saat 22.00’ye ertelendi, Otto Santral hikâye oldu. Mehmet’le Galatasaray’daki Urban‘a oturup biraları dikmeye koyulduk. Hava güzel, masaları sokak boyu dizmişler; araba da girmiyor; tadından yenmiyor. Bir paralelde kalan İstiklal’de dirsek atmadan yürünmezken bir vahada gibiydik.
Saat 22.00 oldu, kızlar teşrif etti. “Yemekler güzel” dedik ama ille de “Türk işi” bir şeyler denemek istediler, Yakup‘a götürdük. Uzun zamandır yabancılarla rakı muhabbeti yapmadığımdan bilemedim; birlikte nasıl efkarlanacaktık ki?
“Ne yaparsın?”, “Ya sen ne yaparsın hayatta?” geyiklerinden sonra en damar geyiğe sarıp nasıl olduysa bir burç muhabbetinin içinde bulduk kendimizi. Ben astrolojiden az çok anladığımı sanırdım ama kızlardan biri konunun uzmanı çıktı. Mehmet’e bakıp “Sen Boğa’sın!” diye tutturuverdi. Aşkta burç uyumlarından aşkta yükselen burç uyumlarına geçtiği noktada ben olaydan kopmuş vaziyetteydim. Kız anlatıyor, biz “Hadi ya?”, “Gerçekten mi?” dışında katkıda bulunamıyorduk sohbete. Muhabbet hesap gelene kadar devam etti, Allah’tan sokağa çıkınca başka geyiklere sardık.
Peyote‘ye girdik. “Kafa Bin Dünya” konserinde kafaları bir dünya birkaç arkadaşla sohbet edip Dogzstar‘a yatay geçiş yaptık. Dogzstar’da Glamour sayfalarını süsleyecek iki-üç dans figürü yaptık. Mehmet eski rock’çıların favorilerinden gitar çalıyor gibi yapma figürünü sergiledi, ben Zeybek oynadım. İyi kötü Türkiye’yi tanıttık işte.
Saat oldu 02.30... Tezgah vakti geldi. Tezgah’a 02.00’den sonra gideceksiniz. “Gündüz insan gece kurt” dediklerini görecek, çoğu erkek eski metalcilerin altın gününe denk geleceksiniz.
Tezgah’ı son durak yaptık, İstiklal’de anı fotolarımızı çektirdik, Milano’da buluşmak için sözleşip dağıldık.

Haberin Devamı

Gecenin çıkarımları:
1. Yaşlanmışız. Bünye artık gecede üç-beş mekânı kaldırmıyor.
2. Cumartesi gecesi mümkünse evden çıkmayacaksınız. Kalabalık ne kelime... Biz arada bir deniyoruz ev partisini. Çok da  eğlenceli oluyor. En sonki ev partimizde 50 metrekarelik bir salonda tren yapıyorduk,  daha ne olsun?
3. “Şimdi ne konuşacağız?”  durumlarında “Burcunuz neydi?” sorusunu sorun yeter. İki saat falan götürüyor.

Haberin Devamı

Sawyer’la kuaför maceram

Gümüşsuyu’nda oturuyorum ve zorunda olmadıkça semtten çıkmıyorum. Bebek’e falan işim düştüğünde bunalıma giriyorum. Böyle bir ruh hali içindeyken Cuma sabahı İstinye’ye giderken kendi kendime söylenip durdum. Ama mecbur, bir erkek için gittim. Adı Kemal, kuaförüm. Kemal ekibiyle İstinye Park’taki Erdem Kramer‘e geçtiği için ben de o yolu tepmek zorunda kaldım. Kadınlar böyledir, hayatta iki erkeğin peşinden koşar; biri aşık oldukları erkek, diğeri kuaförleri. Kadın kuaförü için güzergahını değiştirir.
Kemal için gittim ama şanslı günümmüş. Hem saçlarım iyi bir kesime kavuştu hem de ben Sawyer’ıma.
Kemal saçımı keserken Sawyer, yani Josh Holloway gelip yanıma oturmasın mı!
Beklenmedik durumlarda “Başka şey isteseymişim olurdu” derim ama bu kez başka ne isteyebilirdim ki?
Sawyer’la yan yana saçımızı başımızı yaptırıyoruz!
Gazeteci kimliğini attım bir kenara, iki çift laf konuşayım falan yok. “Hastayım sana” yok, aynadan adamı kesmek yok; cool takılacağız ya... Beklenti neredeyse adamın bana gelip “Hayranınızım” demesi... 
Josh Holloway’in yanına oturup soru sormamayı gazetecilik başarısızlığı olarak görebilirsiniz, öyledir de ama umurumda değil. O sırada orada gazeteci değil, fan olmayı seçtim. “Bir imza n’olur” türünde değil de, gizliden gizliye, çaktırmayan türde bir fan... Sonra yazılanları okuyunca, Beyaz’ın programında izleyince iyi ki konuşmamışım dedim. Dünya tatlısı, mütevazıymış.
Oysa ben sempatik Josh Holloway’in değil, “piç” Sawyer’ın hastasıyım. Serseri, kalp kırma potansiyeli yüksek, zeki espiriler yapan, yandan yandan bakan Sawyer’ın... Hayali bir karakterin...
Konuşmayınca büyü bozulmadı işte.
Size onun hakkında verebileceğim tek bir bilgi var. “Ne yaptırdı?” diye sordum Kemal’e. “Sakalının seyrek yerlerini boyatıyor” dedi. Yani erkekler biraz tatmin olabilirsiniz, Josh Hollaway’in de kusurları var; sakalı seyrekmiş mesela...

Haberin Devamı