Hiç düşen bir uçakta bulundunuz mu?

Önce, bilmeyen-leriniz varsa, simülatörün ne olduğunu açıklayayım.
Pilotların, sanal uçuş yaparak eğitim aldığı simülatörler, uçağın kokpitiyle aynı sistemlere sahip olan kabinler aslında. İçine girip kapıyı kapadığınızda gerçek bir uçağın kokpitinde gibisiniz. Kokpitte ne varsa (düğmesinden göstergesine) burada da ne eksiği, ne fazlası, aynısı var.
Dedim ya, bunlar aslında eğitim için kullanılıyor. Pilotlar bu simülatörlerde gerçekleştirdikleri sanal uçuşlarda aklınıza gelebilecek en kötü senaryolarda kaza yapmamak için ellerinden geleni yapıyorlar; berbat hava koşullarında en riskli hava limanlarına iniş yapmaya, buralardan kalkmaya falan çalışıyorlar.
Bir arkadaşım çok uzun zamandır Türk Hava Yolları’nın simülatörlerinden birini deneyimlemeyi kafaya takmıştı. Bir-iki yıldır sabırla bunun gerçekleşmesini bekliyordu. Birkaç ay önce planını duyar duymaz kuyruğa kaynak oldum.
Ve en sonunda geçtiğimiz hafta THY’den aradılar, simülatör macerası için çağırdılar.
Biz koştur koştur Florya’daki Uçuş Eğitim Başkanlığı binasında soluğu aldık. Gerçek bir pilotun yanında kopilotluk yapacak, arada biz de uçağı (yani simülatörü) uçuracaktık.
Ben burada tek bir nedenle bulunuyordum aslında: Uçağı düşürmek! 

Ruh hastalığı veya merak

Dedim ya, bunun gerçek bir uçuş deneyiminden farkı yok. Önünüzde İstanbul manzarası bile var. Simülatörün ön ve yan pencerelerinden İstanbul’u izleyebiliyorsunuz. Bildiğiniz, Atatürk Havalimanı’ndaki pistte havalanıyorsunuz, Ataköy manzarası, Boğaz vs hepsi karşınızda; üç boyutlu olarak. Bu görüntünün tek farkı etrafta çok az bina olması; her yer dağ bayır. “Demek binlerce yıl evvel İstanbul’un şekli şemali buydu” diye düşünüyorsunuz. 
Uçak düşüşünü deneyimlemek istediğimi açıklayınca yanımızdaki pilot bugüne kadar hiç bu kadar hasta ruhlu bir grupla karşılaşmadığını söyledi. Haklıydı belki ama düşünsenize, birebir o hissi yaşayacağım ve sonunda ölmeyeceğim. Pilot ruh hastası olduğumu düşünse de ben buna merak diyorum.
Ve evet, düşmekte olan bir uçakta olmanın nasıl bir şey olduğunu merak ediyorum.
Neyse...
Kopilot koltuğunda yerimi aldım. Bir güzel havalandık, İstanbul üzerinde birkaç tur attık, düz uçtuk, ters uçtuk. Yağmurda uçtuk, karda uçtuk, fırtınada uçtuk, Boğaziçi Köprüsü’nün altından geçtik.
İlk gerçek maceramız denize inmek oldu. Havadayken motorlar durdu ve  piotumuzun ustalığı sayesinde yavaş yavaş, salına salına başarılı bir şekilde Marmara Denizi’ne indik.
Ve sonra benim özel isteğim olan düşüşü gerçekleştirdik. Uçağın burnu üstüne, deli gibi sarsıla sarsıla, hafif çığlıklarla karaya çakıldık.
Simülatörden çıktığımızda uçak korkusu olmayan arkadaşım “Galiba artık uçaktan korkuyorum” diyordu.
Bense parayla satın alınamayacak, bir Playstation oyununun yüzlerce katı tatta bir deneyim yaşamanın verdiği tatminle ağzım kulaklarımda çıktım dışarı.
Bugünden sonra “Hiç düşmekte olan bir uçakta bulundunuz mu?” sorusuna şak diye “Evet” cevabını çakabilirim. E ne de olsa bulundum sayılır.

Haberin Devamı

Hiç düşen bir uçakta bulundunuz mu

Haberin Devamı

Uçakta açık cep telefonu
Cep telefonlarının açık olması uçak yolculuğu için riskli mi, değil mi? Yıllardır kafamızı meşgul eden en büyük muammalardan biri. Kimi çıkıp “Çok tehlikeli” diyor, kimi “Alakası yok” diye cevap veriyor.
Kopilotluk deneyimim süresince pilotla sohbet ederken bu konuyu da açıklığa kavuşturmaya karar verdim: “Hocam, bu meseleye noktayı koyalım. İşin aslı nedir?”
Efendim, pilotumuzun dediğine göre hakikaten riskliymiş. Hem de ciddi anlamda riskli.
Açık cep telefonu uçağın alçalma ve iniş kolaylıklarını olumsuz etkiliyormuş. Bunun yanı sıra alınan sinyallerin geçici süreyle kesintiye uğramasına neden oluyormuş.
E daha ne olsun?

Haberin Devamı