İnsanın İtalya’sını getiren takvim

Haberin Devamı

Yaşayan en meşhur fotoğrafçı Annie Lebovitz’in İtalyan stilini yorumladığı fotoğraflarından oluşan Lavazza takvimi yeni geçti elime.
Bilen bilir, Pirelli’ninki kadar olmasa da, Lavazza’nın takvimleri meşhur. 17 yıldır yapıyorlar.
2009 takvimineyse bayıldım.
Asın mutfağa, gözünüz gönlünüz açılsın...
Lebovitz, İtalyan stili konseptini Lavazza’ya taşımak için eskinin ve yeninin ikonlarını bir arada kullanmış; sanat, sinema, moda, yemek ve güzellik dünyasında İtalyan olmanın ne demek olduğunu göstermiş.
Takvim, Roma’nın simgesi Collesium’la açılıyor. Ardından mart ve nisan aylarında “La Moda” adlı fotoğraf karşımıza çıkıyor. Bu fotoğrafta Dolce & Gabbana’nın da katkıları var.
Mayıs ve nisana denk gelen fotoğraf Leonardo Da Vinci’nin “Vitrivius Adamı”na gönderme yapıyor ama onun kadınca ve şehvetli bir yorumu...
Bir sonraki, Canaletto’nun resimlerini andıran fotoğrafta insan nereye bakacağını şaşırıyor. Öpüşen çifte mi, kadının gösterişli elbisesine mi, güzelliğine mi, arka plandaki Tiber Irmağı’na mı? Öyle durup uzun uzun inceliyorsunuz manzarayı...
Eylül ve ekim fotoğrafı iştah açıyor. Koca bir tabak makarna ve içinde güzel bir İtalyan kadın... Arka planda da Toskana’nın sarı-yeşil tepeleri. Bu fotoğrafa dalınca da hayaller kurmaya başlıyorsunuz.
İnsanın İtalya’sını getiren takvimVe takvim Aşk Çeşmesi‘nde nihayete eriyor. Fellini’nin efsane filmi “La Dolce Vita”nın Lebovitz versiyonu fotoğraf insanın Roma’sını getiriyor.
Hakikaten, takvimin sayfalarında gezindikçe tez vakitte İtalya’ya gidip köprüde öpüşesim, koca bir tabak spagetti yiyesim, alışveriş yapasım, Aşk Çeşmesi’ne para atasım, San Marco Meydanı’nda yerlere uzanasım geliyor.
Adamlar öyle bir takvim yapmışlar ki kahve reklamından çok İtalya’nın tanıtımı.
Her fotoğrafa üzerinde Lavazza yazan kahve fincanını dahil etmişler ama asla göze sokmamışlar. Öyle, fotoğrafın bir köşesindeki eğreti durmayan küçük bir detay gibi... Neredeyse gizli reklam...
2010 “Kültür” Başkenti İstanbul’da da benzer çalışmalar yapılsa keşke.
İlle Kurukahveci Mehmet Efendi gitsin Lebovitz’le çalışsın, hem ürününü hem de Türk “tarzını” tanıtsın demiyorum. Bariz çakma olur zaten.
Sadece neden bu kadar iyi Türk malı projelere tanık olamadığımızı merak ediyorum. Artık Nobel’li yazarlarımız, Oscar’a aday adaylıklarımız varsa bunlar da olmalı...
Para mı tek neden?
Her hafta bir çuval para karşılığı televizyon programlarına dünyaca ünlü birileri getirilebiliyor.
Kevin Costner’a “Ne mutlu Türküm diyene” yazılı şapka giydirilebiliyor.
E bunlar da parayla oluyor.
Kevin Costner’a şapka giydireceklerine arasalardı Lebovitz’i, bassalardı parayı, hem İstanbul’u tanıtsalardı hem de kendi ürünlerini...


Allah sahibine mi bağışlasın?
Nazlı Ilıcak, cuma günü Sabah’taki yazısında “Güz Sancısı” filminin galasını anlatmış.
Anlatsın, anlatsın da... Kullandığı şu ifadeye bakar mısınız: “Beni, Belçim Bilgin Erdoğan (Yılmaz Erdoğan’ın eşi), sımsıcak karşıladı; öpüştük. ‘Çok sevimli; Allah sahibine bağışlasın’ deyip, biraz da filmden söz edeyim.”
Allah sahibine bağışlasın, diyor. Galiba sahibi de kocası oluyor.
Bu ne demek şimdi?
Sözünü ettiği evcil bir hayvan mı? Yoksa bir eşya mı? İlle böyle bir cümle kurulacaksa “Allah sevdiğine bağışlasın” falan denir. Bir gazeteciye, hem de kadın bir gazeteciye hiç yakışmadı.