Özkök, sarı pantolon ve tavşan kıyafeti

Haberin Devamı

Geçen hafta, “Ertuğrul Özkök’ün cesur seçimi” başlıklı yazıma bazı okurlarımdan eleştiri geldi. Sadece eleştirseler iyi; aralarında işi hakarete vardıranlar dahi olmuş. Yazımı destansı ve uzun bulanlar, beni yalakalıkla suçlayanlar, hiç kimseyi beğenmeyip Özkök’ün pantolonunu nasıl beğendiğimi sorgulayanlar... (Bir de “Patrona kıyak” tarzı şeyler yazmışlar. Bunu söylemeye gerek var mı; Özkök benim patronum olmaz, o Hürriyet çalışanlarının patronu. Kendisini şahsen tanımadığım gibi beğenmesem de ne diyeceği, ne düşüneceği umurumda olmaz, yazarım.)
Bu eleştirilere bakınca anladım ki Türkiye’nin gündemini belirleyen bir gazetenin genel yayın yönetmeninin kıyafet seçimini aslında daha da uzun yazmalıydım. Belki de aslında neye vurgu yaptığımı, sarı pantolonu neden yakıştırdığımı anlatabilmek için işe önce Ertuğrul Özkök’ü anlatarak başlamalıydım.
Demeliydim ki; Özkök düşüncelerini, duygularını, rengini, politik duruşunu değiştirmekten korkmuyor, iç dünyasıyla ilgili itiraflarda bulunuyor. Daha önce savunduğu bir düşünceden kolayca vazgeçebiliyor. Kısacası yazılarında o aslında hep uçurumun kenarında dolaşmayı seviyor... Hatta yazımda sözü ona bırakmalıydım... Ne diyordu bir yazısında “...Ve bir gün, yıllardır çalıştığım bu odaya tavşan kardeş kıyafetinde gelip herkese, her şeye veda edeceğim. İnsanlar eşit doğmazlarsa, eşit ölmemeleri gerektiğini ispat etmek lazım. Yani ölümün de şaşırtıcı bir yanı olmalı...”
Eğer Toltstoy gibi, Goethe gibi ölemeyecekse, eğer geriye bir efsane bırakacak ne zamanı, ne de mecali kalmamışsa tavşan kardeş kıyafetine bürünüp ölmeyi tercih ediyorsa, “tavşan kardeş kıyafeti üstümde çok iyi durur” diyebiliyorsa, evet Özkök’e sarı pantolon ya da beyaz ayakkabı kesinlikle yakışır. Ayrıca beğenmemek ayrı bir şey yakıştırmamak ayrı...
Evet uzun yazdım çünkü; Özkök’ün sarı pantolon giymesinin “derinliği” öyle “Beğendim”, “Beğenmedim” ya da “Yakışmış”, “Yakışmamış” gibi sözlerle geçiştirilemeyecek kadar anlamlı.
Özkök ile ilgili bir şey daha hatırlatmalıyım; O “Hayatım boyunca ‘cool’ bir adamı oynamaya çalıştım” diyen, kıskançlığın cool bir adamı bozduğunu bilen ve kıskanç olduğunu itiraf eden bir yönetmen... Üstelik bir duruşun, bir kıyafetin, küçücük bir aksesuarın bile bazen “cool” adamı bozacağını bilecek kadar da estetik kaygıları olan bir yayın yönetmeni.
Demek ki yakıştırmak her insanın iç dünyasının görünen yüzüdür; rüzgârıdır; şimdi bakın bakalım içiniz nasıl? Bütün ilkelerinizi, değerlerinizi, bazen elinizin tersiyle itecek güçte mi? Değil mi? Demem o ki hayatı boyunca aynı kelimelerle, aynı konuları aynı şekilde ele alan bir yazarın nasıl ki sarı pantolonu hiç olmayacaksa birçoklarının da olmayacak...


Kadınlarla ilgili bunları biliyor muydunuz?
Gelişmekte olan ülkelerde kadınlar her gün ortalama altı kilometrelik yolda 20 litre su taşıyor.
Afrika’daki hamile kadınların ölme ihtimali Batı Avrupa’daki kadınların 180 katı.
AIDS nedeniyle Uganda ve Zambia’daki kadınların ortalama ömrü 43 yıl.
Dünya çapında fakirlik içinde yaşayan 1.2 milyar insanın yüzde 70’i kadın.
Dünyadaki 27 milyon mültecinin yüzde 80’i kadın.
Kadınlar dünya topraklarının sadece yüzde 1’inin sahibi.
Temel eğitim alamayan bir milyar yetişkinin 3’te 2’si kadınlardan oluşuyor.
İngiltere’de alışverişte karar mekanizması yüzde 80 kadınlarken, ürünlerin yaratıcıları yüzde 83 erkekler.
Kadınlar dünyanın işinin 3’te 2’sini yaparken dünyanın gelirinin yüzde 10’unu alıyorlar.
Üniversiteye bir yıl ara veren kadınlar erkeklerden yüzde 20 daha az kazanıyor, bu oran 10 yıl sonra yüzde 31’e çıkıyor.
Kadınlar çalışma hayatından ortalama 14.7 yıl uzak kalırken erkeklerde bu rakam sadece 1.6.
20 yıl öncesine kadar dünya çapında kadın milletvekili oranı yüzde 5’in üzerine çıkmamıştı.
1945-1995 yılları arasında dünya çapında kadın milletvekillerinin sayısı dört katına çıktı.