Paris, Obama ve break dans

Haberin Devamı

Paris’teyiz. Bir gece önce şarabımızı açıp otel odasında mütemadiyen CNN‘i izlemişiz, ben gece 2’de artık dayanamamış uyuyakalmışım, arkadaşım saat başlarına alarmı kurup gelişmeleri takip etmiş.
Sabahın 6’sında beni uyandırıyor sevinç çığlıkları içinde; “Obama kazandı! Uyan, konuşmasını dinle!” Zar zor yatakta kumandayı buluyorum, düğmelere basıyorum ama olmuyor, açık olan tek gözümle kanalı arıyorum. Hah! Kumandayı ters tutmuşum meğer. Neyse, epey zorlanarak CNN’i buluyorum; ailece Obama’lar karşımda; gülümsüyor ama daha fazla direnemeyip yeniden uykuya dalıyorum.
Rüyamda hologramla Bush’zadelerin oturma odasına ışınlanıyorum. Hepsi Türk gibi giyinmişler, “Ne olacak bu memleketin hali?” konseptinde salya sümük ağlıyorlar. Bir an gözlerimi açıyorum, ağlayan arkadaşım... Sevinç gözyaşları döküyor. Ekranda Oprah ağlıyor, yanımda arkadaşım. Ağlayan ağlayana... Arkadaşım telefonda ABD, Türkiye ve bilumum yerlerdeki arkadaşlarıyla konuşuyor. Ve ne beklersiniz, tabii ki onlar da ağlıyor. Barajlardaki su seviyesini yükseltecek derecede gözyaşı dökülüyor bu gece. Bu kadar ağlatan Obama’nın da ağlatanları bol olacak, şüphe yok.

Break dansçılar yarışıyor
Sabah zorlanarak kalkıyoruz. Arkadaşım Obama tişörtüyle beliriyor lobide. Parisli kızlar üzerine atlıyor; “We won!” (Kazandık) diye avaz avaza bağırıyorlar. Obama sayesinde İngilizce bilmeyen milliyetçi Parisliler bile lisanı söküveriyor. Sonra dışarı çıkıp bir kafeye kahvaltıya gidiyoruz. Garson kız aniden çığlık atıyor; üzerimizde karafatma falan var sanıp yerimizden fırlıyoruz; yüreğimiz ağzımızda... Meğer o da Obama tişörtüne tezahürat yapıyormuş. “Kazandık! Kazandık!” diyerek zıplıyor. Basın gidip Obama’nın Kenya’daki köyünü çekmiş; gelip bizi çekmeliydi.
4 Kasım dünyanın her bir yanında kutlamaya ve birbirine hediye almaya mecbur bırakıldığımız bir gün ilan edilirse (St. Barack Day) şaşıracak mıyız? Hiç sanmıyorum.

Paris, Obama ve break dans

Arkadaşımın tişörtüyle bütün Paris’in ilgisini üzerimize topladıktan sonra akşam oradaki gerçek amacımız için yola çıkıyoruz. Dünyanın en iyi break dansçılarının yarıştığı Red Bull BC One‘ı izleyeceğiz.
Bir kısım insana, break dans şampiyonasına gideceğimi söylediğimde “Hâlâ break dans var mı?” türünde tepkilerle karşılaşmışken etkinlik mekanının önünde yüzlerce break dansçı ve break dans hayranı insanla çevriliyim.
Şampiyona şehrin eteklerinde cenaze salonundan bir sanat kompleksine dönüştürülen Centquatre‘da düzenleniyor.
İlki 2004’te İsviçre’de düzenlenen bu şampiyona, Berlin, Sao Paulo ve Johannesburg’dan sonra Paris’e geldi.

Kavga yerine dans atışması
Gençlerin birbiriyle dans yoluyla atışarak güç gösterisinde bulunduğu break dans, 1970’lerin sonunda New York sokaklarında başladı ve bugün her bir yerde hiphop kültürünün çatısı altında gösteri ve biraz da spor amaçlı devam ediyor.
Biz, Centquatre’ın içindeki endüstriyel amfitiyatro görünümlü salona geçip oturuyoruz.
Önce jüriyi oluşturan eski break dansçılar teker teker sahnede hünerlerini sergiliyor, ardından yarışmacılar ikişer ikişer sahneye çıkıp break dans yoluyla “dövüşüyorlar”.
Seyirci inanılmaz, futbol seyircisi gibi. Çığlıklar, tezahüratlar, alkışlar, yuhalamalar... Seyircinin sakinleşmesine de pek izin verilmiyor. Biraz sessizlik olsa sunucu mikrofonu kapıp “Bu bir savaş. Biraz gürültü yapın!” diye kızıyor.
Yarışmacıların stili de dans numaraları kadar konuşuyor. Stili önemsedikleri belli, yoksa insan delicesine terlediği bir performans sergilerken kayak montu giyer mi, ya da fötr şapka?
Başının üzerinde dönerken biri optik gözlük takıyor, biri tepedeki ayaklarıyla bağdaş kuruyor, biriyse tişörtünü çıkarmayı başarıyor; aralarda dans halindeyken çalan şarkıya eşlik ediyorlar. Yarışmayı, hiphop’un doğum yerine kıyasla dünyanın öbür ucu diyebileceğimiz Kore’den Wing kazanıyor.
Dönüşte hâlâ bir gece önce bir siyahın ABD Başkanı seçilmesinin memnuniyetini taşıyarak metroya atlıyoruz. Bizim vagonda, hayatının bir noktasında, kim bilir hangi acılardan dolayı meczup olan siyah bir adam öfkeli bir şekilde yolcuları Tanrı’nın yoluna çağırıyor. İlk durakta vagon değiştirip kendisinden kaçıyoruz.
İroniye bak...