Murat Dokur

Murat Dokur

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

DEĞİŞİM VE İLİŞKİ


Doğa, çatışmalardan gücünü alsa da uyumu sevmektedir aslında, düzene duyduğu gereksinmeden dolayı. Ancak değişimi de sever; gelişebilmek ve yeni uyumlara varabilmek için. Bu durum, bütün biyolojik, sosyal ve psikolojik gerçeklikler içinde de aynı yasalarla işleyen düzen/değişim ikililiğine yol açmaktadır.
İki taraf arasındaki uyumun, çift ilişkisi içinde ve dışındaki bileşenlerin etkisiyle kendi içinde bir devinimi vardır. “İç bileşenler” dediğimizde, ilişkinin dinamikleri, ilişki içindeki kişilerin iç dinamikleri ve bu iç dinamiklerin ilişki dinamikleri ile ilişkileri gibi, “dış bileşenler” denildiğinde ise aileler, onların gerçeklik modelleri, topluluk ilişkileri ve doğal denge özelliklerine kadar giden hiyerarşik motiflerden söz edilebilir.
Bu devinim kişilere sormayan sistemik yasalar güdümünde gerçekleşmektedir. Kişilerin denge çabaları da bu iç/dış kuvvet ve hareketlerle ilişkide ortaya çıkmaktadır. Bu bireysel-sosyal oluş dengesi hareketleri, coşku ya da engellenmişlik hissi gibi duygular ya da düşüncede hızlanma veya ketlenmeler ve davranışlarda tercih edilemeyecek değişimlere sebep olabilir. Bu süreç, bazen dalga sörfü yapmaya benzer, bazen rüzgâr sörfü. Bir kere düştüğümüzde, yeniden toparlanamazsak eğer söz konusu ‘sıkıntı’ olacaktır.
Bunun ardından, kapalı tasarruflarımızın belirsizliklerinde, yer yer belirlemelere tutunmuşluklarımız-la birlikte geri çekilme ve susmalarımız başlar. Kapalı tasarruf denildiğinde, ancak bir kısmını bilebileceğimiz düşünce ve potansiyel kararlardan söz edilmektedir. Bu noktadan sonra ‘ilişki problemi’ ortaya çıkar.



DÜZEN YANLISI - DEĞİŞİM YANLISI
İlişkide, kişilerin değişen nicelik ve nitelikte farklılaşan taraf özelliklerinde, düzen ya da değişim yanlısı olmaları söz konusudur. Kendinden menkul şekilde bazen düzen tarafı bazen de değişim tarafında olmak gibi.
İki uçta değişmez bir yanlılıkta kalırsak, bu sefer de çatışma kendiliğinden çok daha ciddi boyutlara varabilecektir. Bu ikililiğin uyumunda uzun süre kalınması da bir başka problemdir. Yani, kişilerin gereksinimleri doğrultusunda esnekliklerini zora sokan karşılıklı belirlenmişliklere yol açacaktır.
Ayrıca birinin, diğerinin değiştiğini ya da tam aksine değişmediğini söylediği yüksek mesafelilikte kişiler, çok çaresiz kalabilmektedir. Yüksek mesafelilik denildiğinde bir tanımdan diğerine geçişin çok vakit alacağı ve çok zor olacağı durumlar kastedilmektedir.

Her ilişki kaybı yok oluşu getirir
Uzayda sabit bir zemin olmadığı için, değişmiş olmanın kime ve neye göre olduğunu kişinin kendisi dahil, hiç kimse tam olarak bilemeyecektir de. Burada “uzay” denilirken, sadece dış uzay değil iç uzaydan da söz edilmektedir. Sürekli olarak boşlukların içinde anlamlı tutunabilirlikler peşinde olduğumuz düşünüldüğünde, her ilişki kaybı yok oluşu getirmektedir adeta. Asıl çaresizliğimizin başladığı yer de burası olmaktadır. Öfkelerimizin canhıraş ve en iç acılarımızın yırtılırcasına olduğu bu yer ve durumdan kaçınma çabalarımızın da sonu gelmeyecektir.

UYUM KAÇINILMAZ
Her ilişkide, ilk andan itibaren, uyum ve ayar işlemlerinin içinde olduğu geniş bir adaptasyon süreci başlamaktadır. Aynı süreç, ilişkinin daha iyi işlemesini sağlayıcı olmakta iken, bir süre sonra, organizmanın uyaran yoğunluğunu azaltma işlevi sonucunda, ilişkinin tek düzeliği, sıradanlığı ve coşkusunun azalmasını getiren daha heyecansız, şaşırtılmaya istekliliğin azaldığı, aynılığın baskın olduğu bir duruma yol açacaktır.
Böyle bir durumda ancak bir üçüncü unsur çifte yardımcı olabilir. Bu; iş, çocuk, bir hayat olayı, ilişki dışı ilişki veya terapi olabilir. Öncelikle bilinmesi gereken, bu durumdan kişilerin değil ‘ilişkinin kendisinin’ sorumlu olduğudur. Terapide, bu iç ve dış denge özelliklerinden hareketle, ilişkinin kısmen yeniden kurulması, yapılanması ve devamlılığının sağlanabilmesi amaç edinilmektedir.