05.01.2012 - 21:51 | Son Güncellenme:
Yeni albümü ‘Sinyal’i CD’den önce Türkiye’de ilk kez denenen bir yöntemle iPad/iPhone aplikasyonu formatında çıkaran Demirhan Baylan’la söyleşimize kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Farklı yapımcılık metotları deniyorsun. Hem dağıtım, hem müzik tecrübe etme yöntemlerimiz ve özellikle pop müziğin evrildiği yer üzerine kafa yoruyorum. Şu anda sistemden para kazanan insanlar bunun değişmesini istemiyor; farkındayım. Ama değişecek. İsteseler de istemeseler de... Birkaç öngörüm var ama pek de paylaşmak istediğim bir şey değil. Öngörülerin ürün halinde sunulması daha iyi sanırım.
Dinleyici desteğiyle çıkarmaya çalıştığın albümle gizli albümünden bahseder misin?Elimde çok fazla şarkı vardı. Sürekli üretiyordum. Besteciler sürekli “Şu kadar şarkım var” diye ifade ederler ama onlar çoğunlukla melodi ve sözden ibarettir. Benim tamamen stüdyodan çıkmış haliyle yaklaşık 250 şarkım vardı. Şarkılarımı paylaşmak istiyordum. İnternete koymak her zaman paylaşmak anlamına gelmiyor. İnternet mega bir çöplük aslında. Biz o çöplüğün bir yerlerinde yeni yeni paylaşma yöntemleri öğreniyoruz. Benim sitede 150 küsur şarkı duruyor zaten. Ama ne zaman ki bunları allayıp pullayıp servis edersem, o zaman “Haaaa” oluyor. Aslında çok mantıklı, kimsenin o kadar vakti yok, herkesin bir hayatı var.
“Ne yapayım, ne edeyim?” diye düşünüyordum. Mali olarak da sıkıntılı bir dönemimdeydim. Albümü bitirmiş ama çıkaramıyordum. Basacak bir firma aradım, olmadı. Kendi şirketimi de batırmıştım. Sine-i millete dönmeye karar verdim. Bir zaman dilimi belirledim. “Şu sürede albümüme 60 TL yatıracak 100 kişi toparlayabilirsem, buradan gelecek paranın tamamını fabrikaya, dağıtım firmasına vererek bunu bir şekilde albümün üzerinde hepinizin adı olmak suretiyle piyasaya süreceğim. Bir de hepinize teker teker isme imzalı ve başka kimsede olmayan ekstra bir şarkının olduğu albümü imzalayıp göndereceğim.” Taahhüdüm buydu. 100 kişiyi bulamadım, 74’te kaldım. Ama tamamına imzalayarak içinde, “Bu albümü bizzat şu kişi için yaptım” ibaresi ve kişiye özel şarkısıyla gönderdim. Satıp satmamasıyla ilgisi yok; o başarılı bir albümdü. Sanatsal bir ifadesi var o albümün. Demek istediği bir şey vardı, dedi ve hâlâ da diyor.
Normal şartlarda bir yapımcının güzel albümü fark edip piyasaya sürmeyi düşünmesi gerekmez miydi?Normal bir kapitalist ülkede olacağı budur. Burada bir değer var, o değeri işletip birinin para kazanmayı istemesi gerekirdi. Ama Türkiye’de olmuyor bu. Tabii ki kapitalist değiliz. (Gülüyor)
Gizli albüm?Genelde bir ürün yaratırken insan eninde sonunda kendine bir hedef koyuyor. O hedef de ne kadar uzakta olursa o kadar iyi. Hayal gücünü zorlayacak, çok çalışmayı gerektirecek. Ben de “Dünyayı istiyorum o zaman” diye bir hedef koydum. “Dünyada birkaç kişi (Caracas’tan Seul’e farklı kentlerden 12 kişi) bulayım, onlara albümü bedavadan vereyim” dedim. Onlar da bu müzikten anlayacaklarını düşündüklerini birine göndersinler albümü. Böyle bir zincirleme reaksiyon başlatmak istedim.
“İyi bir albüm yapmışsam nasıl olsa yerini bulur” dedim. Denize şişeyi atmak gibi. Adı 2008’di. Rezalet bir isim. Çünkü, Google’da ‘2008’ yazıldığında o albüme ulaşılamasın istedim. O yolları kapatmaya çalıştım. Albüm şifreli bir zip dosyasındaydı. Şifresi mutlaka kırılabilir ama yeterince uzun bir şifre yazdığımı düşünüyorum. 10-15 yıl alacaktır kırılması. İki bölümlü bir albümdü. ‘Zip’, normal albüm, radyo şovu gibi tasarlanmış bir bölüm ve PDF formatında bir kitap içeriyor. Ciddi emeğimiz var orada.
Sadık bir dinleyici kitlen var diye düşünüyorum.Tuhaf bir kitlem var. Çok içe kapanık, çok eğitimli, dünyayı takip eden bir kitle. Ve paylaşmıyorlar. “Keşke hiç kimse tanımasa seni” diye açık açık ifade eden birkaç mesaj aldım zaten, albümle ilgili haberler çıkmaya başlayınca. Ama o psikolojiyi anlıyorum.
Bu müzikle daha popüler olman gerekirdi?Popülarite isterim de, faturaları var ya bunların, onları ödemek istemiyorum herhalde. Herkes cennete gitmek istiyor ama kimse ölmek istemiyor. Biraz böyle bir durum. Şarkılarım standart dinleyiciye ters geliyor, bunun farkındayım ama şaşırıyorum. Bana “Tınısı çok yabancı” diyorlar. Türkçem mi bozuk? “Yoo aksine düzgün bir İstanbul Türkçesi.” Hikayelerde mi bir sıkıntı var? “Yani evet duymadığım hikayeler. Şarkı sözü böyle olmamalı.” Peki, başka? “Ne bileyim işte.” Açıklama da yok ama işte ‘sound’u yabancı.
Sahnedeki duruşun, şovun taa Bulutsuzluk Özlemi yıllarında filizlenen bir efsane.Sahneyi seviyorum evet. Eskisi kadar koşturmuyorum ama...
Menderes ÖZEL /CADDE