Cadde ÖLÜMSÜZ RÖPORTAJLAR

ÖLÜMSÜZ RÖPORTAJLAR

21.02.2010 - 01:00 | Son Güncellenme:

Paris Review, 1968’de kapısını çaldı. Eşinin tek şartı içki içmemeleriydi. Kabul ettiler, kapı açıldı.

ÖLÜMSÜZ  RÖPORTAJLAR

Kerouac’ların telefonları yok. Dolayısıyla Ted Berrigan birkaç ay önce Kerouac ile bağlantıya geçip röportaj vermesi için onu ikna etti. Buluşma zamanının geldiğini düşününce de Kerouac’ların evine gitti. İki arkadaşı, Aram Saroyan ve Duncan McNaughton da ona eşlik ediyorlardı. Kerouac kapıyı açınca Berrigan hemen kendini tanıtıp geliş amaçlarını hatırlattı. Kerouac içeri buyur etti fakat onlar içeri giremeden son derece kararlı bir kadın olan eşi Stella şairi arkasından yakalayıp durdurdu ve gruba derhal evi terk etmelerini söyledi.
Ama sonunda Bayan Kerouac bizi yirmi dakikalığına içeri almayı kabul etti, fakat kesinlikle içki içilmeyecekti.
“İçeri girdiğimizde aslında gayet ciddi bir amaçla geldiğimiz anlaşıldı; Bayan Kerouac bize daha cana yakın davranmaya başladı ve biz de röportajı gerçekleştirebildik. İnsanlar hala sürekli Kerouac’ların kapısına gelip ‘On The Road’un (Yolda) yazarını görmek istiyor, günlerce kalıyor, tüm içkileri bitirtip Jack’in önemli uğraşılarından alıkoyuyorlarmış. “Akşam ilerledikçe içerideki ortam gözle görülür şekilde değişti ve Bayan Kerouac, yani Stella aslında son derece kibar ve sevimli bir ev sahibesi olduğunu gösterdi. Jack Kerouac’ın en olağanüstü özelliği büyülü sesi. Arka arkaya, son derece hayret uyandırıcı ve şaşırtıcı şekilde değişik tonlara bürünebiliyor. Sesi her şeyi kontrol ediyor; bu görüşmeyi ettiği gibi. -Ted Berrigan, 1968.


Şu sehpayı kayıt cihazını koymak için buraya alabilir miyiz?
Tanrım, elin ayağın birbirine karıştı Berrigan.

Ben kayıt adamı değilim ki Jack. Senin gibi geveze bir insanım. Tamam, hazırız.
Tamam mı? (Islık çalıyor) Tamam mı?

Evet, başlamak istiyorum. Okuduğum ilk kitabın,( bu çok ilginç aslında çünkü insanlar genellikle ilk Yolda’yı okurlar) ‘The Town and the City’ydi (Kent ve Şehir).
Vay be!

Yolda kitabındaki ‘içinden geldiği gibi’ üslubunu kullanmaya seni iten neydi?
Yolda’daki içten gelen üslup fikrini eski dost Neal Cassady’nin bana yazdığı mektuplardan edindim; hepsi birinci tekil şahısta yazılmıştı, hızlı, deli, itiraflarla dolu, son derece ciddi, çok detaylıydı, tabii onun durumunda isimler gerçekti (mektup olduğu için).Yazdıklarını okuyunca aydınlanma yaşadım. Batı yakasındaki punkların Yolda’nın fikrini ondan çaldığımı söylemeleri çok zalim bir yalan. Bana yolladığı tüm mektuplar onunla tanışmamdan önceki gençlik günleri hakkındaydı, babasıyla ilişkileri ve ilk gençlik çağı deneyimleri gibi şeyler.

Sence bu üslup Yolda yayımlandığından beri nasıl değişti?
İçki içerek -konyak ve malt viski- yazdığım ilk kitap ‘Satori in Paris’ (Satori Paris’te) geldi. Uykuyla uyanıklık arasındaki bir adamın yatakta kurşun kalemle çiziktirmesi sitilindeki ‘Book of Dreams’i de (Rüyalar Kitabı) unutmayalım. Evet, kurşun kalemle... Ne işti ama o! Yarı kapalı gözler, uykunun ağırlaştırıp şaşkına çevirdiği bir zihin, yazarken bile ne anlama geldiğini bilmediğin tuhaf detaylar; ancak uyanıp bir kahve içtiğinde ve yazdıklarına baktığında rüya dilindeki rüyaların mantığını görebileceğin bir eserdi, anlıyor musun?... Ve en son, artık yorgun orta yaşlarıma ulaşınca biraz yavaşlayıp ‘Vanity of Duluoz’u (Duluoz’un Kibri) daha sakin bir üslupla yazdım ki eski okurlarım bakıp görsünler geçen bu on yıl yaşamımda ve düşünce tarzımda neleri değiştirmiş.

Nasıl oldu da hiç İsa hakkında yazmadın? Buda hakkında çok yazdın. İsa da büyük bir adam değil mi?
İsa hakkında yazmadım mı? Başka bir deyişle sizler evime gelen delirmiş ve sahte insanlar olmalısınızÖ Ben.. Benim yazdığım her şey İsa hakkında! Ben Cizvit Ordusunun Generali Everhard Mercurian’ım.

İsa ile Buda arasındaki fark nedir peki?
Bu çok iyi bir soru. Hiçbir fark yoktur.

Ritüeller ve batıl inançların var mı? Çalışırken yaptığın şeyler?
Eskiden yazmaya başlarken bir mum yakar bitince de söndürürdüm. Ayrıca yine başlamadan önce diz çöküp dua ederdim. Fakat şimdi yazmaktan nefret ediyorum. Batıl inançlarıma gelince... Dolunaydan şüphelenmeye başladım. Ayrıca benim gibi bir Balık’ın uğurlu sayısının yedi olduğu söylenmesine rağmen dokuz sayısına takılmış durumdayım. Dokuz kere yere değmeye çalışıyorum mesela; banyoda başımın üzerinde durup ayak parmaklarımla dengemi koruyarak yere dokunmaya çalışıyorum. Bu yaptığım yoganın da ötesinde bir şey; bundan sonra bana ‘dengesiz’ desinler bakalım. Açıkçası bazen aklımın uçup gittiğini hissederim. Sizim deyiminizle başka bir ‘ritüelim’ de akıl sağlığımı ve enerjimi koruması ve aileme bakabilmem için İsa’ya dua etmek. Yani felçli anneme, karıma ve her daim mevcut kedi yavrularıma. Oldu mu?

Diğer yazarlarla aran nasıl? Onlarla görüşüyor musun?
John Clellon Holmes ile görüşüyoruz ama her yıl daha az; tembelleşiyorum. Hayranlarımdan gelen mektuplara cevap veremiyorum çünkü dikte ettirebileceğim, mektuplarımı yazacak, damgalayacak, zarfa koyacak bir sekreterim yok. Açıkçası vereceğim bir cevap da yok. Hayatımın geri kalanını gülümseyip el sıkışarak, meclise aday bir politikacı gibi basmakalıp laflar ederek geçirmeye niyetim yok; ben bir yazarım. Zihnimi yalnız bırakmam gerek Greta Garbo gibi. Yine de dışarı çıktığımda, ya da beklenmedik bir misafir geldiğinde bir avuç maymundan çok daha fazla eğleniriz.

Haberin Devamı

Morfin etkisi altında yazdım

Yazmak için en iyi zaman ve yer hangisidir?
Odadaki masada, yatağın yanında, iyi bir ışık olması gerekli, gece yarısından sabaha kadar yazarım; yorulduğumda içerim, tercihen evde ama evde değilsem de otel odamı ya da motel odamı ya da defterimi eve dönüştürüm: işte size huzur. [Eline mızıkasını alıp çalmaya başlıyor] Hiç de fena çalmıyorum!

Uyuşturucuların etkisi altındayken yazar mısın?
‘Mexico City Blues’daki 230 numaralı şiir tamamıyla morfinin etkisi altında yazılmıştır. Bu şiirdeki her bir satır bir saatte, her saat başı alınan yüksek dozda M’nin etkisiyle yazıldı.

Beat neslini birleştiren şey neydi?
Beat nesli adı, Yolda’nın 1951 tarihli metninde Moriarty gibi arabayla ülkeyi dolaşıp tuhaf işler, kız arkadaşlar ve zevkler peşinde koşan adamları betimlemek için kullandığım bir ifadeydi. Batı yakasının solcu grupları bu terimi alıp ‘Beat isyanı’ ve ‘Beat başkaldırısı’ gibi saçma anlamlar yüklediler. Kendi politik ve toplumsal amaçlarına hizmet edecek bir gençlik hareketi kurmaya çalışıyorlardı. Benim bununla hiç alakam yok. Ben futbol oyuncusu, burslu üniversite öğrencisi tüccar bir denizci, nakliye işçisi, senaryo özetleyicisi ve sekreterdim. Moriarty-Cassady ise Colorado’lu gerçek bir kovboydu. Bu ne kadar aykırı bir durum sizce?

Kendini orta yaşlı hissediyor musun?
Hayır. Bakın kasetin sonuna geliyoruz. Bir şey eklemek istiyorum. Bana Kerouac ne demek diye sorun.

Jack, Kerouac ne anlama geliyor?
‘Kairn’ ile başlayalım. K(veya C ile)-A-I-R-N. İrlandaca anlamı taş yığınıdır. Cornwall aslında ‘cairn-wall’dan gelir. ‘Kern’ de (K-E-R-N) ‘cairn’ de aynı şeydir. ‘Ouac’ ‘dili’ anlamına geliyor. ‘Kernouac’ da ‘Cornwall dili’ demek yani. ‘Kerr’ ise su manasına geliyor. ‘Ouack’ ise ‘su dili’. ‘Cairn’ de taş yığını demekti. Taş yığınlarının dili olmaz. Dolayısıyla Kerouac: ker (su) ve ouac (dili)demek. Bu isim eski bir İrlanda ismi olan Kerwick ile de bağlantılı; yani yozlaşma, bozulma...