Cadde ‘OT’ YEŞERDi!

‘OT’ YEŞERDi!

23.02.2013 - 19:13 | Son Güncellenme:

‘Hayvan’ ve ‘Öküz’den sonra ‘Ot’ dergisini çıkaran Metin Üstündağ, ‘Ot’u “Diğer dergilerdeki tadın, rafine edilmiş hali” diye tanımlıyor.

‘OT’ YEŞERDi

Hakan Günday’dan Erdil Yaşaroğlu’na pek çok yazar-çizeri buluşturan derginin ilk sayısında hayatına son veren Metin Kaçan’ın da bir yazısı var

Haberin Devamı

‘Ot’ nasıl bir dergi? ‘Hayvan’ ve ‘Öküz’den farkı nedir?
Aynı tadın, daha rafine edilmiş hali diyebilirim. ‘Öküz’de ve ‘Hayvan’da kafamızdakileri sayfaya istediğimiz gibi yansıtamadık çok fazla. Çünkü bu tip dergilerde kadro birden bire yoğunlaşıyor. Bir dergide içerik kadar sunum da önemli. Kadro genişleyince sunuma vakit ayıramıyorsunuz. Çünkü herkes olsun, kimse küsmesin diye düşünüyorsunuz. ‘Ot’ta sunuma da epey yer vermeye çalışacağız ama zaman içinde ne olur bilmiyorum.


Neden ‘Ot’?
Metaforu olan bir şey istedik. Yani çok hormon, radyasyon falan konuşuyoruz ya bugünlerde... Hem kendi olsun hem orijinal olsun ama değerli de olmasın dedik. Yani ot da olabilirdi it de... Çok önemli değil. Çünkü bir süre sonra içerik ismi belirliyor. Mesela penguen, önce bir dergi birçok insan için. Penguen deyince hayvan değil mizah dergisi geliyor akla. ‘Öküz’de de öyle oluyor mesela. İnşallah bu da öyle olur.

Haberin Devamı

“Dergiyi buluşma mekânı gibi düşündüm”
Edebiyat ve mizahı kaynaştırıyorsunuz...

Ben hep söylüyorum; iki tane çok fanatik okur var. Ve gazeteler bunlara bakmıyorlar ya da belki eksik bakıyorlar. Mizah dergisi okurları ve spor okurları çok fanatiktir. Sorgulanması gereken şey; bunları neden aldıkları. Çünkü eski şartlar yok artık. Şu anda bir odaklanma sorunu var. Haberler anında duyuluyor ve yayılıyor. Bu iki okurun ya da tüm okurların dikkatini çekecek şeyler yapmak gerekiyor. Bu da içerikten ziyade sunma biçimiyle mümkün olabilir belki. Yani disiplinler arası işler yaparak olabilir. Eskiden şiir akımlarının, sanat akımlarının çıkması, hep aynı mekânlarda birlikte oldukları için gerçekleşirmiş. Şimdi bir araya gelinen mekânlar yok. Ben en azından bu dergi bir mekânmış gibi düşünüp, herkesi bir araya getirmek istiyorum. ‘Tanısanız çok seversiniz birbirinizi’ tadında bir şey bu yapmaya çalıştığım.


Kadroda birçok isim var. Nasıl bir araya geldi bu isimler? Rahatsız olan ya da “Ben yokum” diyen oldu mu?
Oradaki payda, dergi olduğu için olmadı. Bizim kredimiz de var tabii. Daha önceki tecrübelerde kimseye bir yamuk olmadı ve başları sıkıştığında arkalarında duruldu. Söyleyecekleri en cesur şeyleri sansürsüz söylediler. Dolayısıyla o zaman yanımda şu var bu var diye düşünmüyorsun, “Ben de orada olayım” diyorsun. Otun da derece derece değerleri var mesela. Afrodizyak diye bir isim kullanmadık yani biz. Dağda bayırda, cadde kenarında, otoyol yanında yetişen, kimsenin iplemediği bir isim koyduk. Dolayısıyla bölen, parçalayan, cephelere ayıran bir tarafı yok, birleştiren bir tarafı var.

Haberin Devamı

“Keşke böyle olmasaydı”
Dergiyi Metin Kaçan’ın yazısıyla açıyoruz. Yazı, sanki bir veda gibi...
Yazıyı bize gönderdiğinde tatildeydi. “Siz orada çalışın, ben burada eğleniyorum” diye bizimle dalga geçiyordu. Biz ilk başta anlamamıştık. Sonrasında anlam kazandı o yazı. Metin benim çocukluk arkadaşımdı. Çok üzüldüm tabii. Derginin Metin’le başlaması çok güzel oldu ama keşke böyle olmasaydı.

“Ya Yaşar Kemal sanatı bıraksaydı” Yaşar Kemal, az gelişmiş toplumlar için sanatın lüks olup olmadığını sorgularken, sonunda sanatın zaruri bir ihtiyaç olduğuna karar vermiş. Sizce de öyle mi?
Vicdanı olan herkes bir dönem “Acaba bu yaptığım gerekli mi?” diye düşünür. ‘Bir kitap yazacağım sonra yırtacağım’ kafası bunu anlamaz. Ama kalbi ve aklı olan, vicdanı ve ciğeri olan insanlar, Yaşar Kemal’in sorun ettiği şeyi sorun eder. Ben de etmiştim. Benim en büyük tutkum, film çekmek. Diyelim yoksullukla ilgili film çekiyorsunuz ve 150 bin harcıyorsunuz en az. Film çekmesen de, o parayı yoksullara harcasan diye hep düşünmüşümdür. Ama öyle filmler ya da kitaplar var ki, o paranın kat kat karşılığını veriyor. Yani hayattaki bir algıyı değiştiriyor, bir sürü şeye karşılık geliyor. “Bocaladım” diyor ya Yaşar Kemal, ya bıraksaydı sanatı, biz bilmiyorduk şimdi onu. Kocaman bir dağ, bir çınar eksik olacaktı.

Haberin Devamı

“HER ŞEYE PARA GÖZÜYLE BAKILIYOR”

İstanbul’un fikirlerinize, çizimlerinize katkısı oluyordur muhakkak. Nasıl anlatırsınız şehri?
İstanbul’un güzel sokakları var ama İstanbul’u büyük bir AVM olarak görüyorlar artık. Gülhane Parkı’yla, AVM’de dolaşmak çok farklı şeyler. Gülhane Parkı’nda toprak görürsün ve elektrik verirsin ama AVM’lerde sürekli elektrik alıyorsun. Yetmiyormuş gibi, bir sürü insan bir şey alamadığından vitrinlere bakıyor sadece. Ve hevesi kursağında kalarak gidiyor evine. Bir de hep kenar mahalle yakınlarında AVM’ler. Gökdelenin yanında gecekondu var. Çok yüksek uçurum var arada. Fransız’lar aptal mı? Paris niye değişmiyor? Napolyon Paris’e gelse, gider evini bulur. Fatih İstanbul’a gelse kaybolur, ölür hatta, surlarda keserler Fatih’i. Bütün güzelliklerini yok ediyorsun. Bütün tarih, otel oluyor. Her şeye para gözüyle bakılıyor. Bozuyorsun, siluetini değiştiriyorsun. Ruhuyla oynuyorsun. Üzülüyorum çünkü İstanbul benim için bir akrabam, eski bir sevdiğim gibi. Özellikle şu son dönemde değişen yerlerde geçti çocukluğum. Evimiz Tarlabaşı Bulvarı oldu, yol oldu.