Reha Arar

Reha Arar

reha.arar@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

‘İSKENDER’  DEYİP GEÇME…
Akaret sıraevleri ve Şair Nedim Caddesi’nin olduğu bölge, her geçen gün yeni markalara kucak açıyor, onları misafir ediyor ve tanıtıyor. Bölgenin bu kaliteli yükselişinin faydası, tüm Beşiktaş’a yansıyor... Bugün sizlere bahsetmek istediğim Kebapçı İskender, 1867’de kebapçı Mehmet İskenderoğlu tarafından açıldı. 150 küsür yıldır Bursalılar’a ve turistlere, şehrin markası olarak hizmet veriyor. Bu ün o kadar ileri gitti ki, ‘İskender yeme turları’ bile tertip ediliyor. “Nedir İskender’in kerameti?” derseniz, ailenin Newyork’ta üniversite okuyan torununun oğlu Oğuzhan İskenderoğlu’yla
konuşmamı anlatmak isterim.
‘İSKENDER’  DEYİP GEÇME…
Kömür, Uludağ’ın Akça Köyü’nün güney yamacındaki odunlardan kesiliyor. Domates Simav’dan geliyor, zira ailenin domates tarlalarının altından tabi sıcak su geçiyor. Patlıcan, Urfa Birecik’ten geliyor. Yoğurt, Bursa’da özel bir imalathanede İskenderoğlu için tavalarda inek sütünden üretiliyor. Pide, ekşi mayayla dedelerinin kullandığı undan, her dükkanda meşe odun fırınında yapılıyor. Tereyağı, kokuyu ve tadı güçlendiriyor, Ezine bölgesinden toplanan keçi kremasından, Bursa’da üretiliyor.
Gelelim en önemli unsur olan ete, o da Karacabey’deki aile çiftliğinde yetiştirilen kuzulardan yapılıyor.
Samimi ve lezzetli
Şimdilerde Bursa Botanik Park’taki İskenderoğlu Konağı’nda ve Akaretler’de hizmet veriyorlar. Dinleyince inandım ki, insan böyle marka oluyor ve fark yaratıyor. Bütün bu malzemeler birleşiyor ve üniversite sonrası tezini markalaşma ve İskender üzerine yazan Oğuzhan, bütün bu incelikleri samimiyetle ve alçakgönüllülükle anlatıyor. Sonunda önündeki peştemalı sorduğumda, yüzü hafif pembeleşiyor ve “Ahilik usullerine göre ben ustayım, dolayısıyla bunu takabilirim” diye övünerek açıklıyor.
İskender kebabın yanında şıra içmek adettendir fakat bu tattığım şıra, alışılagelmişten biraz daha naturel ve daha kekremsiydi. “Peki yemeğin sonunda nasıl bir tatlı geldi?” derseniz, değişik tarzda bir Kemalpaşa peynir tatlısı, kaymakla ve cevizle sunuluyor. Günlük yapılıyor, genellikle erken gelen yiyor ve hemen bitiyor. Konunun can alıcı noktası, tatlının buzdolabına hiç girmemesiymiş. Tercih etmeyenler, Bursa’dan gelen tavuk göğsü veya kestane şekerini de tadabilirler. Gittiğiniz zaman oturunca önce “Sütlü kadayıf var mı?” diye misafirler soruyor çünkü imalatı ve korunması son derece zor ama çok da lezzetli bir tat...
Marka olmak...
‘İSKENDER’  DEYİP GEÇME…
1965’ten beri işi devralan Yavuz İskenderoğlu, hâlâ peştemalıyla dönerin ve tezgâhın başında, unvanıysa ‘baş usta’... Oğulları Oğuzhan, mesleğe kapının önünde kolonyayla bekleyerek ve gelen-gidenlere “Hoşgeldiniz” ve “Bereket versin, ayağınıza sağlık” diyerek başlamış. Daha sonra uzun süre bulaşık yıkama, kemik sıyırma ve döner yapmayı öğrenmek gibi işlerde çalışmış, en sonunda da döner kesmeye başlamış. Diğer bir ifadeyle, çekirdekten yetişmiş.
Kebaptan ilk hızla birkaç çatal aldıktan sonra etrafa bakıyorum, mermer masalar, 1900’lü yılların aynaları, tarihi İstanbul sandalyeleri ve duvarda ailenin mozaik üzerine işlenmiş soyağacı ve 1867 yazısının olduğu bir tablo hemen dikkatimi çekiyor. Yine dikkatimden kaçmayan bir başka nokta da, personelin kıyafetleri, tam özlediğim gibi şık ve tertemiz.
İşte size bir tarih içerisinde 50 yıldır çalışan sadık garsonlar, ocakçılar, kebapçılar... “Marka nasıl olunur?” diye sorarsanız, bu kurumun öyküsünü okuyun derim.