Reha Arar

Reha Arar

reha.arar@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

NEREDE O ESKİ BEYOĞLU...
Geçtiğimiz hafta sonu Beyoğlu Meşelik Sokak’taki 40 yıldır gittiğim berberim Tural Selçuk’a gittim. Tabii gidince şimdilerde dükkânın sahibi olan Hüseyin Selçuk’la da sohbet edip, ardından Beyoğlu’nun sembolü, şehrin en eski eczanelerinden Rebul’a uğradım. Yılların efsane eczacısı Mehmet Müderrisoğlu’nu ziyaret ettim. Beni bu sefer zanaatkâr önlüğüyle karşıladı, zira laboratuvarda çalışıyormuş. Tabii ki bu arada mahallenin tütüncüsü, spor toto bayi Metin’e de
bir selam verdim. Sonrada caddede
biraz yürüdüm.
Benim Beyoğlu’m, Saint Joseph’de okuduğum yılların asil caddesiydi. 1960’larda annemle cumartesi günleri öğleden sonra evden çıkar, Kadıköy vapurunun lüks mevkiiyle, o zaman ki tabirle İstanbul’a geçer, Tünel’in evlendirme dairesi ve derken ver elini Beyoğlu... Aslında annem Süheyla Hanımefendi en çok ayakkabılarımın boyasına, tıraşıma ve kılık kıyafetime dikkat ederdi. O gün öğle yemeği evde yenmez, bana Atlantik Büfe’nin meşhur sosisli, biber turşulu sandviçini yedirirdi, hey gidi günler...
En sevdiğim mağaza
Çoğu zaman ilk durağımız ayakkabıcı Altın Çizme olurdu, Mustafa Kemal Atatürk’ün o dükkândaki resmine hayran hayran bakardım. Bazen Zahariadis’e bazen de Lazaro Franco’ya da uğrardık, her ikisi de şimdiki Vakko’nun rakipleriydiler. Ancak benim o yaşlarda en sevdiğim mağaza, ilk oyuncak buhar makinesi ve itfaiye aracını aldığım Japon mağazasıydı. Dolaşma bitince durak tabii ki Markiz Pastanesi olurdu, istendiği zaman üstünde dantel önlüğü ve siyah elbisesiyle gelen bir hanım, tabakta içerisinde ekler ve milföy olan dört seçenek sunardı, siz seçerdiniz. Çay bugün çok az yerde olan gerçek servisiyle gelirdi. Eğer oraya uğramazsak en çok da sıcak günlerde mutlaka Kadıköy Baylan’a uğrar ve birer kup griye yerdik.
Eve dönüş yolunda hep hüzünlü olurdum, bu güzel gezi bitti diye. Bugün ise eve dönerken hüznün adı artık, “Ah İstanbul, ah Beyoğlu” demek oldu. Ben de kendimi Divan Pastanesi’ne attım, iyi ki servisi ile güler yüzlülüğü hala aynı ve halen o günlerdeki bazı usulleri, tatları devam ettiriyorlar. Gençliğimin Beyoğlu’nda bira pubları, tilt salonları (elektrikli oyun makinesi), sinemalar ve de kafeteryalarıyla yine cumartesinin vazgeçilmezi idi. Emek Sineması’nın sokağındaki Bab Kafeterya iki katlıydı. İçeri girince bir kart verilir, onunla yiyecek-içecek alınır, çıkarken para ödenirdi. Self servisle de böylece tanıştık.
Unutamadığım etkinlik
NEREDE O ESKİ BEYOĞLU...
Benim unutamadığım bir anım da 18 yaşında, kız arkadaşlarla cumartesi günleri gittiğimiz Rejans’daki öğle yemekleridir. Menüyü bugün gibi hatırlıyorum. Borç çorbası, piroşki, portakallı ördek ve bir tatlı, o yaşlarda o yaştaki gençler pek içki içmezlerdi. Biz de yan masada içilen sarı votkaya ve yenilen teşkilatlı havyarlara bakarak yemeğimizi bitirirdik. Daha sonraki yıllarda Kulüp 12’yle tanıştım. O yıllardaki sahipleri Vedat Bey ve hala görüştüğüm Ertuğrul Kahraman idi. En unutamadığım etkinlik Deve Kuşu Kabare Tiyatrosu’dur. Hakikaten o yıllar için rahmetli Zeki Alasya ve Metin Akpınar çok sevilen, sayılan sanatçılardandı. Bir de Kulüp 12’nin Ramazan eğlenceleri çok meşhurdu. İftar sonrası başlar, sahura kadar devam ederdi. Kestane, mısır, şerbet ve daha düşünebileceğimiz her şey mevcuttu.
Değerli okuyucularım 2018’i de beraberce bitirdik, sizlerle bu yılın son yazısında biraz nostalji yapmak geldi içimden. Belki bizim nesil biraz daha köklerine bağlı olduğundan, ister istemez İstanbul’un dününü bugünüyle kıyaslıyoruz. Aslında bu çok da doğru değil belki... Sizlere mutlu, huzurlu ve en önemlisi de sağlıklı bir yeni yıl dilerim, hep birlikte daha nice güzel yıllara...